21 Aralık 2009 Pazartesi

Korku



Kendinden emin adımlarla girdiği zifiri karanlık sokağı ayın ışığı aydınlatıyordu. Nefes alıp verirken ortaya çıkan sesten başka ufak bir çıtırtı dahi yoktu.

Yarı korku, yarı tedirgin bir şekilde girdi sokağa. Gözleri bulanık görüyordu. Karşısındaki cisimleri zor ayırt ediyordu. Çok viski içmişti meyhanede. Bardakların biri boşanıyor diğeri doluyordu. Onun aşırı şiddetine dayanamayan karısı ve iki çocuğu evden ayrılalı üç hafta oluyordu. Böyle olmasını istememişti. Her zaman içer, çocuğunu ve karısını döverdi ama bu son yaptığı hiç akıl kârı birşey değildi. Karısını neredeyse bıçakla öldürecekti ki komşuları son anda evde kopan gürültüyü duyarak eve gelmişlerdi. Son anda kadın ve çocukları sarhoş adamın elinden kurtarmışlardı. Kadın o geceden sonra evinde durmadı. Hemen o gece çocuğunu alıp annesinin evine gitmişti.

Adam sokakta ilerlerken karşısında belli belirsiz bir koyuluk belirdi. Ayırt edemedi. Ne oldukları ya da neye benzedikleri hakkında hiçbir fikri yoktu. İçinden lanetler okudu, bol bol küfür etti. "Keşke bu kadar içmeseydim" diyebildin içinden sadece. En azından karşıdan gelenin kim olduğunu görürdü ve ona göre davranırdı. Gecenin bu saatinde karşıdan gelen hırsızda olabilirdi, katilde, adam dövmek için sinsi tilki gibi zaman kollayan gece bekçisi de... İçinde küfürler savurmaya devam ettikçe siyah karartı yaklaşmaya başlıyordu. Hava soğuk ve hafif yağmurluydu. Yerlerde daha önceden yağmış yağmurdan kalan su birikintileri vardı. Boğazını yırtarcasına bir balgam attı görebildiği yerdeki tek su birikintisine.

Cisimi artık ayırt edebiliyordu. İki tane iri yarı adam. Sadece kendisinin üzerine doğru ilerlediklerini gördü. Savrularak yürümeye devam etmeye çalıştı. Sanki dizlerinin bağı çözülmüştü de o sarhoş kafayla ayakta duramıyordu. Korku ilik ilik içine işlemişti. Karşıdan gelenler iyice yaklaşmıştı. Artık az çok yüzlerini de çıkartabiliyordu. İki tane iri yarı adam gelmişti yanına. Kendisine ne yapacağını kestiremediği için diz çöküp olduğu yerde onları beklemeyi tercih etti.

Adamlardan birisi elini onun omzuna koyduğunda bir anda irkildi. Kendini toparlamaya korktuğunu belli etmemeye çalışıyordu.

3 Aralık 2009 Perşembe

Canım Sıkkın

Canım sıkkın. Çok çabuk sıkılıyorum. Bayram iğrenç geçti diyebilirim. Birkaç arkadaş ile vakit geçirdim o kadar.

Bayramın 3. günü öğlen uyandım. Kahvaltımı yaptım. Sonrasında telefonun çalmasıyla geçen sene ki İngilizce kursundan arkadaşlarımdan birisi aradı. Çocuk bana bayram mesajı atmıştı. Bende yeni avea numaramdan mesaj gönderdim. Bende ona geri dönüş sağlayarak yeni numaramdan bayram mesajı gönderdim ve yeni numaramın bu olduğunu yazdım. O da aradı. Kursta ki arkadaşlar toplanmış takılacaklarmış o gün. Yani bayramın 3. günü. Evde oturmaktan sıkıldığım için gitmeyi tercih ettim.

Evimle gittiğim kurs arası yürüme 10dk felan. Evden hemen çıktım onların beni beklediği yere, kursun önüne gittim. Gittiğime bin pişman oldum. Hay aklıma tüküreyim... Nede gittim ki. Dobininde orada olacağını hiç tahmin etmemiştim. Hayatım da bir tane sevgilim oldu o da oydu. Onu uzun bir süre sonra görmek hiç iyi olmadı. O anda geri dönsem olmaz, işim vardı gitmem gerek desem hiç olmaz... Mecburen takılacaktık. Arkadaşın biriside arabasıyla gelmiş. Hep beraber bindik gidecek yer arıyoruz. Bir yerlere gittik gezdik dolaştık ben çok sıkıldım. Dobiyi gördükten sonra gidesim gelmedi. Ben onun geleceğini hiç tahmin etmiyordum. "Gelmez herhalde" diyordum içimden. Evden çıktıktan sonra kursun önüne giderken aklımın ucundan bile geçmedi "acaba geldi mi yoksa gelmedi mi" diye düşünmek. Benim için hiçbir önemi yok ama o orda olmamalıydı.

Her neyse olan oldu zaten, biten bitti. Geçmiş kurban bayramınız kutlu olsun efendim. Geç oldu bu tebrik ama idare edin işte yahu. Ne yapayım.

Daha çok uyumak istiyorum. Sabahları erken kalmak istemiyorum. Öğlene kadar uyuyup kahvaltıyı Londra'da öğle yemeğini Paris'te akşam yemeğini de kendi evimde yiyecek kadar paramın olmasını istiyorum. Canım sıkılınca dünya turu atmak istiyorum. Çok paramın olmasını ve bütün paraları helikopterle uçarak yaşadığım şehrin üstüne fırlatmak istiyorum. Tuvalet kâğıdımın amerikan dolarından olmasını istiyorum. Mümkünde 100$'lık olsun. Sonra bütün istediklerimi tek tek gerçekleştirmek istiyorum. Dünya da "en zengin" sıfatı ile hiçbir kimsenin ortalıkta gezinmesini istemiyorum. Herkesin en az benim kadar parası olsun onlarda istediği gibi at koştursun istiyorum. At demişken dayımın dükkanında çalışan o adamın her hafta oynadığı futbol şans oyunları tutsun da artık onunda gözü paraya doysun istiyorum. Hiç şans oyunu oynamam oynamak da istemiyorum.

Kardeşim adam akıllı mersinde üniversitesini okusun gelsin, babam da emekliliğinin tadını çıkarsın diğer kardeşim de bu sene istediği tıp fakültesine yerleşsin istiyorum. Önümüzdeki yaz karadenizden bağlayıp egeye kadar her yeri gezmek istiyorum. fındık tarlalarından kordon boyuna uzanan yolcuğumun her karesini ölümsüzleştirmek için güzel bir fotoğraf makinemin olmasını diliyorum. Fazla şeyde gözüm yok, kendi yağımda kavrulayım yeter desem de yukarıda yazdıklarımla çelişeceğini düşüneceksiniz o yüzden böyle bir şey söylemiyorum. Bunu ne kadar söylesem de bir defa yukarıdaki satırları yazdım ya söz ağızdan bir defa çıktı. O yüzden bu konu hakkında fazla durmak istemiyorum. Saçma saçma espriler yapıp insanlara işkenceler çektirmek istiyor muyum emin değilim. En iyisi güzel espriler yapıp altlarına işemelerine yardımcı olayım ki alacakları bezlerden komisyon payımı alayım. Yoksa benim hayat gemim nasıl gider?

Şaka bir yana, gerçekten canım sıkkın son günlerde. Ne yapsam bilemedim. Bana bir akıl verin.

9 Kasım 2009 Pazartesi

Basit, gösterişten uzak, sıradan bir hayatı vardı

Basit, gösterişten uzak, sıradan bir hayatı vardı. Çocukluğundan pek fazla anı hatırlamadığını söylüyordu. Bu da onun çocukluğunda ufkunun ne kadar dar ve çelimsiz olduğunu gösteriyordu. Bunu kendisi söylüyor ve hafif bir tebessüm beliriyordu anında dudaklarında.

Çocukluğunda çok seviliyordu. Hatta hiç unutamadığı insanlar dahi var. Bazı genç kadınlar onunla büyüdüğünde evleneceğini söylüyor onunla eğleniyorlar ve onu seviyorlardı. Yaşadığı şehrin kıymetini oradan ayrıldıktan sonra anlayacaktı ama iş işten çoktan geçmiş olacaktı. Uzun ve dümdüz sokakta yaptığı çift kale maçların tadı damağındaydı hâlâ. “Mahalle arası” dedikleri maçlarda kardeşi ile hiçbir zaman aynı takımda olmuyordu. Kardeşini seviyordu fakat anlaşamıyordu. En az onun boyunda, siyah saçlı, biraz yuvarlak kafalı, çenesi çukur bir kardeşi vardı. Kardeşi ile yan yana geldiğinde kardeş olduklarını sadece annesi söyleyebilirdi. Hiç benzemiyorlardı birbirlerine. Evlerinin hemen üst tarafında kocaman bir çam ağacı vardı. Gecekondu evlerinin beklide 3 katı yüksekliğinde bir ağaçtı bu. Evlerinin tam karşısında duran dut ağacı ise onların en vazgeçmeziydi. Mevsimi gelince evden annelerini zorla ikna ederek aldıkları bir parça bez ile dut toplarlardı. Kardeşi ile bir arkadaşını ağacın altında bezi açtırarak bekletiyor, ağaca tırmanıyor olanca kuvveti ile dalları sallayarak dutların bezin üzerine düşmesini sağlıyordu.

Evlerini çevreleyen yeşillikte az oynamadılar. Evlerinin arkasında bulunan bir ağaca yaptıkları salıncak ise ayrı bir eğlence aletiydi. Kardeşi ile çok sallandı bu salıncakta. Sadece bir ip kullanarak yapılmış basit bir salıncaktı bu. Fazlasını istemiyordu zaten. Gereksizdi. Onun için sadece haz vermesi yetiyordu.

Çocukluk arkadaşlarından birisi vardı ki ona olan sevgisi bambaşkaydı. Beklide arkadaşları arasında en çok kavga ettiği oydu. Beklide en çok çene çaldığı arkadaşı oydu. Ama ona birisi bir şey yapmaya kalktı mı hemen arkadaşının arkasını kollardı, onu korurdu. Kavgacı bir yapısı yoktu ama bu arkadaşı sayesinde kavganın, dayak yemenin ne demek olduğunu anladı. Yeri geldi ondan dayak yedi ama ertesi gün güle oynaya yan yana yürüdüler. Dayak yiyerek adam dövmeyi öğrenmişti. Sokağa çıkardı kardeşi ile. Ayaklarında bir futbol topu bulunurdu genellikle. Hemen bütün arkadaşları toplanırdı bir araya. Üst sokaktan 3–4 kişi, kendi sokaklarının ilerisinden 2–3 kişi hemen toplanıverirdi.

Çift kale maç yapmak için sıvarlardı kolları. Tabii kardeşi ile aynı takımda olmamak şartı ile.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Fransız duygusallığı

Arkaplanda çalan (sanırım müzik fransızca) müziği dinliyor ve sadece müziği düşünüyordum. Hiç dilinden bile anlamadığım müzikleri dinlemek beni bambaşka dünyalara götürüyor. Orada tek başıma bırakıp geri dönüyor.

Hoşuma gidiyor aslında. Eski aşklarımı, hayatımı düşünüyorum. Çok eskiden sevdiğim insanlar ve kaybettiklerim geliyor aklıma. Hiç birşey düşünmüyorum dedim ama aslında düşünüyorum. İşte bunları düşünüyorum. Geçmiş, gecel değil an'ı düşünüyorum! Bir otel odasındayım şuanda. Odamın balkonundan bakıyorum İstanbula. Tarihi İstanbulu gözucumla süzmek yetmiyor, defalarda bakıyorum balkondan canım İstanbula.

Canımı sıkmıyor aksine huzur veriyor bana bu manzara. Bazen yapayalnız kalmak istiyorum. Başka bir ülkede tek başıma yaşamak istiyorum. Yalnız kendim, kendimle yaşayayım istiyorum. Sadece bu yüzden dolayı gitmek istiyorum yurtdışına. Hiç bilmediğin, huyunu-suyunu bilmediğim insanları bulmaca çözer gibi çözerek tanımak istiyorum. Gerekirse onlar tarafından aldatılarak ve hor görülerek yaşamak istiyorum. Hayatın her yönünü orada yaşamak istiyorum.

Belki sokaklarda yaşayan birisi olurum zamanı gelince ama sonra çok zengin olup yaşamayı istiyorum. Çok şey istemiyorum aslında. Bütün bu istediklerimi yapabilirim. Sadece kendimi oraya atmam yeterli. Yani o sınırlara gireyim gerisi çorap söküğü gibi gelir diye düşünüyorum. Şimdiye kadar kendi ayaklarımın üstünde durmayı başardığımı düşünüyor ve orada da bunu devam ettirebileceğimi düşünüyorum. Çok duygusal, hüzünlü, dostane bir hayat yaşamak istiyorum. Aslına bakarsanız çok zenginde olmak istemiyorum. Karnım doysun istediğim zaman eğlenebileyim yeterli benim için.

Şuanda müziği 3. defa başa sardım ve dinliyorum. Siz bu yazıyı okurken dinleyemediğiniz için benim yaşadığım atmosferin yanından dahi geçemeyeceğinizi çok iyi biliyorum. İnanın dinlemenizi çok isterdim. Yalnız sizin çok güzel bir İstanbul manzaranızda olmayabilir. Evinizin balkonundan çıkıp benim gibi İstanbul ile göz göz gelemeyebilirsiniz. Bu yüzden kelimelerimden başka hiçbir şeyimi anlayamayacaksınız.

Sizinde istekleriniz yerine gelir umarım. Başarmak için istemek ve çalışmak yeterli diye düşünüyorum. Şimdiye kadar da başarıya ben bu şekilde ulaştım. Benim formülüm bu. Farklı formüller ile karşılaşabilirsiniz. Bu yüzden kendiniz hangisine inanıyorsanız onu uygulamakta özgürsünüz. Hayatımın kadını ile çok güzel bir gün geçirdim bugün. Onu iliklerimde hissediyorum adeta. Cinsel arzulardan öte yüreğimdeki sevgi ile hissediyorum onu yanımda. O da beni bu şekilde yanında hissediyordur, eminim.

Fazla hayal kurmayayım ben en iyisi. Kendime geleyim. Fransızca şarkıyı dinleyince etkiledi beni ve birazcıkda olsa yazma isteği belirdi içimde. Teşekkürler efenim.

(şarkıyı dinlemek için burayı indirmek için de burayı kullanabilirsiniz.)

3 Ekim 2009 Cumartesi

Şarkılar ve benim hayatım

Duman'ın bu şarkısı ile açılışı yapalım ardından slow bir şarkı olarak bunu dinleyin. Eğer Prison Break'i izliyorsanız şuanda Türk tv kanallarında ya da daha önceden izlediyseniz daha anlamlı gelir ikinci şarkı. Bu şarkıda şuanda tam benlik.

Son zamanlarda işlerim başımdan aşkın. Kendime zor vakit ayırıyorum. Hemen hemen her akşam nargile içmeye giderdim. Şimdi hafta da bir ya da iki defa gidebiliyorum. Sigarayı tamamen bıraktım diyebilirim ama nadiren bunalıyorum ve içesim geliyor. Birisinden bulup içiyorum bende ama tamamını bitiremiyorum genelde.

İşten çıktım demiştim. Evet doğru söyledim. İşten olaylı değilde kendi rızam ile çıktığımıda söylemiştim. Bayramdan önde patron beni aradı görüşmek istediğini söyledi. Gittim görüştüm şuanda çalışmaya devam ediyorum ama part time olarak. Haftanın sadece iki günü. Pazartesi ve Cumartesi günleri. Ufak bir anlaşmamız var ve ona göre devam ediyoruz. Benim yerimede adam akıllı birisini bulamamışlar. Geriye kalan günlerde de stajer bi kız var ona tarif ettim birçok şeyi o idare edecek. Bişe olursa arayıp soruyorlar zaten.

Başımdan geçen bir olay vardı anlatacaktım.Hatta yazdım o kadar. Bu satırlar yerinde o olayı anlatırdum. Yazmaktan vazgeçtim. Affedin beni canlarım. Size güzel şeyler söylemek isterdim ama hayat kötü. Şartlar zor. Para var huzur yok. Huzur olduğu anda da para olmuyor. Hayat çok dengesiz. Ne zaman ne yapacağı hiç belli olmuyor. Bulunduğum semtte çok güzel kızların olduğuna şahit oldum. Demekki benim kabuğumu kırıp insan içine çıkmam gerekiyormuş. İş güç nargile ile felan uğraşmaktan asıl ortamdan uzak kalmışım. Yeni fark ediyorum.

Yeni bir takım arkadaşlıklar edinmeye başladım. Cep telefonum yoktu eyyy blog.. :( bayramdan önce ve bayram haftasıda dahil hemen hemen 3 haftaya yakın telefonsuz gezdim. Telefonumu mersinde okuyan kardeşime vermiştim. Yeni bir tane alana kadar diğer kardeşimin telefonunu kullanıyordum. Babamda sinirlenip o telefonu duvara fırlatında ekranı patladı haliyle. İşten çıkmıştım 5 kuruş param yok. Birde telefon alacağım? Neyse ki pederin insafına geldi 3 hafta beni beklettikten sonra ufak bi tane cep telefonu almam için bana para verdi. Seviyorum babamı.

Zaman geçtikce daha da duruluyorum. Zaman zaman çok konuşan ben bazen hiç konuşmuyor susuyorum. Bu arada şimdi aklıma geldi. Dobiyi tanırsınız. Bilirsiniz az da olsa. Nisan gibi evleniyormuş. Sevindim onun adına. İçimde ona karşı ne ufak bir kin var ne de sevgi. Sıradan bir arkadaşımdan hiçbir farkı yok. Aynı zamanda bir kız arkadaşım, kardeşim, canım dediğim bir Ankara'da yaşayan üniversite arkadaşım 23 Ekimde evleniyor. Onun düğününe de inşallah gideceğim. Gitmeyi çok istiyorum. Size ufak bir soru. Hani düğünlerde para takarlar ya. Ben para yerine ufak bir çeyrek altın takmak istiyorum. 70-80 Liramıydı neydi onlar. Sizce ne yapayım? Bana bir akıl verin.

11 Eylül 2009 Cuma

Ölümler etkilemeye başladı beni.

Ölüm her insanın kaçınılmaz bir sonu. Ölmeyip yüzyılar boyunca yaşayan birilerini gördünüz mü hiç? eğer gördüyseniz bana da ahber verinde gidip uzun yaşamak için birkaç tüyo alayım.

O kadar uzun yaşayıpda ne yapacağım ki? Canım sıkılır kesin. Eğer normal şartlar altında 250 sene felan yaşabiliyor olsaydım kesinlikle geç evlenirdim herşeyden önce. Çünkü erken evlenmek iyi değil erkek için. Kadın için bilmem ama erkek için iyi olmadığını düşünüyorum. Basit bir örnek vereyim. Bir arkadaşım evlendiğine balayına çıktığında pişman olmuş. Genç yaşta evlenip antalya ya balayına gitmiş. Kaldığı otelde onun yaşındaki gençlerin taş gibi yabancı hatunlarla takıldığı görünce içine dokunmuş. Düşünsenize bi. O yaşta bir kadına bağlı kalıyosun başka birşey yapamıyorsun. Bütün çiçeklerden biraz bal almak tadın bakmak lazım. Sonra gider bi çiçeğin üzerinde ölürüz. Sonumuz böyle olacak zaten.

Bak ben ne diyecektim ne dedim şimdi. Aslında ölümden bahsedecektim biraz. Üç gün önce karşı apartmanda oturan ve benim tanımadığımız komşumuz kalp krizi geçirdi ve hastaneye yetiştirilemeden vefat etti. Adamı hiç hatırlamıyorum. Bu 3. kriz geçirişiymiş. İstanbula geldiğimde insanların gerçek yüzlerini öğrendim. O yüzden fazla kimseyle tanışmak istemedim. Tanısam da ne fark edecek. İzmirde çocukluğumu geçirdiğim canımdan çok sevdiğim arkadaşlarım, dostlarımdan çok daha aşğı seviyede bu insanlar. Bencilliği, nankörlüğü istanbulda öğrendim ben. İzmirde böyle şeyler yaşamazdım. Çok iyi bir ortam vardı.

Herneyse. Bu komşumuzun benden 1-2 yaş büyük iki tane oğlu var. En çok çocuklara üzüldüm. İsimlerini biliyorum ama muhabbetim çok çocuklarla. Cenaze akşamı başsağlığı diledim. CEnaze namazına gittim o kadar. Daha fazlasını yapamazdım. Kaldıramıyorum artık. 2009 yılı çok iğrenç geçti. Babaannem, arkadaşımın abisi, diğer bir arkadaşımın annesi(babasıda geçen sene vefat etmişti) bir bu bu yeni olay. Komşumuz vefat etti. Babamda etkilendi bu son olaydan. Yaşilerleyince haliyle oluyor bunlar ama ben babamsız bir hayatı düşünemiyorum. Delirirdim belkide.

Ölümden korkmuyorum ama hazırda değilim. Derler ya imtihan dünyası diye buraya. Ben kesin sınıfta kalırım. Olumlu düşünün, gülümseyin her zaman, kendi kendinizi motive edici şeyler yapın. Şu kısa hayatınızda kimseyi incitmeyin. Kısaca "insan" yaşayın ve ölün gidin.

Kafam çok karışık son zamanlarda. Saçmaladıysam affola.

1 Eylül 2009 Salı

Bu adam gitti gider...

"Kendine iyi bak bir veda değil elveda cümlesidir çoğu zaman." yok böyle başlamicam. Klasik çok bilinen bir son olurdu bu sanırım. Gerçi bunun bir sonu yok ama olsun. Biraz birşeyler söylemeden gitmemek gerek.

Bery. Bery artık farklı yerlerde olacak. O artık yok gibi birşey. Aslında var ama yok. Açıklamaya gerek yok kısa yoldan anladınız siz onu diyeyim geçeyim kenara. Kim bili kaç kişi ile tanıştım bu blogu açtıktan sonra. Kim bilir kaç sır, dert dinledim bu blgo sayesinde. Başkalarına kim bilir kaç defa yardımcı oldum. Kim bilir kaç defa hüzünlendim ağladım sizlerle paylaştım. Belki yeri geldi çok sevindim yine size söyledim. En mutlu ânımı en kötü zamanlarımı her zaman burada paylaştım. Sizler de destek oldunuz. Beraber sevindik beraber üzüldük.

Belki beni hiç görmediniz. Adımı yaşımı dahi bilmiyorsunuz. Nerde yaşadığımı ne yaptığımı dahi bilmiyorsunuz. Bütün bunlara rağmen insanlık görevinizi yerine getirdiniz siz. Başarılı oldunuz benim gözümde. Ayrı bir yeriniz var kalbimde. Yenisiyle eskisiyle bütün blog takipcilerim. Sizlerden bahsediyorum evet. Sizler mükemmel insarlarsınız. Umarım hayatınız boyunca hiç üzülmez aksine mutlu olur ve istediğiniz dilekler gerçekleşmesi ile daha da mutlu ve huzurlu bir yaşama sahip olursunuz.

Ben ne mi yapıyorum şuanda? "İnanın bende bilmiyorum." desem yalan olurdu çünkü biliyorum. Evimdeki internet bağlantısını kapattırıyorum. Masaüstü bilgisayarımı kaldırdım zaten. Laptopuda kardeşim ile birlikte mersine göndereceğim. Artık bilgisayarsız bir sene beni bekliyor olacak. Bu benim için şöyle açıklanabilir aslında: sigara bağımlısı birisine bir yıl boyunca sigara içirmemek gibi birşey.

Şükürler olsun bıraktım sigarayıda. Arada bir nadirde olsa ikram edilikçe ve benimde içesim olduğunda içiyorum sadece. Size tavsiyem sizlerde bırakın bu sigara denilen mereti. Siz onu bitiremezsiniz ama o sizi çok güzel bir şekilde bitirir. Farkına bile varamazsınız.

Neyse herşey tadında kaldın şimdilik. Aslında sevmiyorum böyle yapmayı ama zorundayız. Uzun bir süre buralarda olamayabilirim. Bloguma vakit ve fırsat buldukça birşeyler yazacağım. Sizleri seviyorum. Ben buralarda yok iken kendinize iyi bakın canlarım. Görüşmek üzere.

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Biricik aşkım

O olmadan yaşamanın anlamsız olduğunu düşünmeye başladım. Hatta ondan bir gün dahi uzak kaldığımda çok özlüyorum. Seviyorum onu ben.

Hemde çok seviyorum. Öyle böyle değil. O hayatıma girdiğinden beri çok farklı bir boyutta yaşamaya başladım. Sadece onu düşünüyor ve bana kazandırdıkları ile avunuyorum. Yokluğu ise hiç çekilmiyor. Onsuz olduğumda zaman geçmek bilmiyor. Ve çok sıkılıyorum. Beni birçok yere götürdü. Hiç gitmediğim yerleri gösterdi bana. Onun sayesinde birçok bilgi edindim, kendimi geliştirdim. Onunla tanışmadan önde yeşillik bir alanda ot gibiydim adeta. Beni o ot olmaktan çıkartıp meyve veren bir ağaç haline getirdi.

Bütün yaptıkları için ona minnettarım. Bazen ben yalnız bırakıyorum onu tek başına. Vefasızlık yapıyorum kendimce belki ama onunda bazen yalnız kalmaya ihtiyacı var değil mi? Sevdiğin birisinin başında durursan sürekli, sürekli didiklersen bazı şeyleri o da sıkılır sende. İşte bende bazen ayrılıyorum ondan. Sonra bir daha kavuşuyoruz birbirimize.

O beni hep sevmiştir. En azından ben öyle düşünüyorum. Onu iyi yönde değerlendiren benim. Hayatım boyunca benimle kalsın, hiç ayrılmasın benden istiyorum. Yanıbaşında değil tam karşımda gözlerimin içine baksın istiyorum.

Onu aslında çoğunu tanıyorsunuz. Hatta hepiniz tanıyorsunuz ama ben yinede söyliyeyim. Biricik aşkım "internet" i çok seviyorum. Hiç çıkmasın hayatımdan.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Artık bende friendfeed'deyim ve sosyalim

Evet. Dayanamayıp FriendFeed'e üye oldum. Gayet güzel oldu. Biraz sosyalleşme yolunda sağlam bir adım attığımı düşünüyorum.

FF2in ilk faydası burada bahsettiğim sorunumu çözmek oldu. Dikkatimi çekmişti blogumdaki yazılara son zamanlarda yorum gelmemesi. Demekki buymuş asıl neden. FF'de sağolsun bir arkadaş yardımcı oldu, çözdüm sorunu. Daha doğrusu o çözdü bana söyledi bende gerekli yerleri değiştirdim. Sorun kısaca şöyleydi: şuanda okuduğunuz bu yazının gölgeli, gözü yoran bir tarzda olduğunu düşünün. aynen öyleydi. Şimdi düzeldi. Okuyuyabilirsiniz okuyamadığınız yazıları :)

Sosyalleşmek güzel ama bazen sorunlar çıkartabiliyor. Ufak tefek sorunlar diyebilirim. Sorunlara girmicem uzadıkça uzar. Kuzenim aradığı zaman moralimi bozup duruyor. Konuşmicam bir daha bu çocukla dicem olmuyo. Nargileyede bununla ve birkaç arkadaşımla gidiyorum genelde. Gerçi o olmadığı zaman çok daha rahat ediyorum desem yalan olmaz.

Herneyse; karışık bir yazı olacak(değil oldu) bu. Psiklojik ya da hikaye tarzında değil. Sadece şuanda ki durumu belirten bir yazı. Bir önceki yazımda mimlendiğimden bahsetmiş ve mim yazısını yazmıştım. Semiş dediğim bi kız mimlemişti beni. Pek tanımıyorum ama dikkatimi çekti blogunu kapatmış. Yazık oldu bloguna. Blog kapatanları kınıyorum :/ Ben bu blogu hayatım boyunca kapatmayı düşünmüyorum mesela.

Bütün yazıları okursanız eğer daha iyi anlarsınız. Hayatımdan kısa kısa hiyaler halinde yazıyorum. Tabii her yazıda da "ben" yokum bunuda unutmayın. Bir nevi bu blog için "bery'in hayatını anlatan roman" gibi düşünebilirsiniz. Hayat bir film gibi değil mi zaten? Bende kendi rolüm gereği neler yaptığımı bu günlüğe yazıyorum. Burada önemli olan görevinin sınırlarını aşmadan adam akıllı görevini yapmak. Sizde öyle yapın. Eğer rolünüzü severseniz başarılı olursunuz. Bende "bery" rolünü oynamayı seviyorum ve başardığımada inanıyorum.

Kendiniz olun her zaman. Başkasına benzemek yerine başkası size benzesin daha iyi.. Aaa unutmadan friendfeed'deyim dedim de hesabımı vermedim. Beni buradan beni takip etmeye başlayabilirsiniz eğer bir ff hesabını var ise. Yok ise hemen üye olun.

23 Ağustos 2009 Pazar

Mim var elimde bir tane en tazesinden

Mim var elimde bir tane en tazesinden. Semiş göndermiş. Bende cevaplayayım. Severim mimleri. Bana gönderme yapıp haber verebilirsiniz. Kimisi sevmez. Blogunda mim yazıları yazmayanlarada saygı duyarım.

Kendi blogunun belli bir konusu vardır belki o konudan dışarı çıkmak istemez o nedenlede mim yazıları yazmaz. Benim öyle bir sorunum yok. Gönderim ağabeylerim, bacılarım, ablalarım, kardeşlerim. Ben cevaplarım her zaman. İşin suyunu çıkartıp günde 4-5 mim gelirse cevaplamam bilesiniz. Herşeyin bir sınırı var :)

Şimdi gelelim konuya. Konu şu ki kendi "en" lerinizi yazıyorsunuz. En sevdiğiniz yer felan filan. Yazının devamını okuyun işte. Anlattırmayın bana. Buyrun;
  • En sevdiğim yer: WC. Bildiğin kenef. Tuvalet yani. Neden mi? İnsanoğlunun kendisini en rahat hissettiği yer hiç süpheniz burası. İtirazı olan varsa tartışabilirim. Yediğinizi ve içtiğinizi çıkartamadığınızı bir düşünün? İşte o zaman sölediğime hak vereceksiniz.
  • En sevdiğim aksesuar: Aslında bu soru tam bir bayana sorulmalık. Ben cevap vereceğim. Çünkü en sevdiğim aksesuarı her zaman sol bileğime takıyorum. Bordo renkte bir bileklik. Ahım şahım bişe değil ama onu gerçekten seviyorum. O olmadığı zaman kendimi yarı çıplak hisseder hale geldim diyebilirim.
  • En sevdiğim TV programı: TV seyretmediğimi ve hatta nefret ettiğimi daha önceden yazmıştım bloguma. En büyük hedefim evimdeki televizyonu kaldırmaktı onuda başardım. Aslında ben değil TV kendi kendine bana yardım etti ve bozuldu. Tamire göndertmiyorum, ailecek seyretmiyoruz artık, mutluyuz. Size tavsiyem sizde bu aptal kutusundan kurtulun. Gazete okuyun ya da internetten takip edin gündemi.
  • En sevdiğim hayvan: Hayvanlarla aram pek yok. "Onu alıp besliyeyim, şunu alıp büyütetim" gibi bir istek belirmedi hiçbir zaman içimde. Ama bir sibirya kurdum olsun isterdim en yakışıklısından. Bir arkadaşımda vardı. Köpek sahibine çok bağlı. Kedi gibi yemek yediği tasa sıçmıyor en azından. Belkide ben yanlış biliyorum bu hayvanda sıçıyordur.
  • En sevdiğim içecek: Hmm. Soğuk bir içecek türü olan Miller. Ağrısız, dertsiz, kokusuz olmasının yanında içince insanda bazen tatlı bir duygu oluşmasına neden oluyor. Fırsat buldukça içerim. Özellikle Üsküdar'da Kız Kulesi'ne karşı mükemmel oluyor. Oraya ne zaman gitsem içmişimdir.
  • En sevdiğim tatlı: Tulumba tatlısına bayılırım. Tabii bayramlarda elde, evde yapılan baklavalara bayılırım birde. Aç karnına bir kilo tatlı yiyebilirim. Bu bünye ile tatlıyı en çok aç karnına yerim. Deneyin çok güzel oluyor.
  • En sevdiğim yemek: Klasik kuru fasülye ve pilav. Annem bir-iki haffa boyunca bu yemeği yapmadığı zaman gönderme yapar yapmasını isterim, ertesi gün akşam evde bu yemekler hazır olur. Bende afiyetle yerim.
  • En sevdiğim film: Titanik. Taaa ben İzmirde olduğum zamanlar okulda öğretmenimiz izletmişti bize. O zamandan beri bu filme aşığım resmen. Süper bir film çekmişler, tebrikler. Şuanda izle deseler yine bıkmadan ilk defa seyreder gibi izlerim. Seviyorum.
  • En sevdiğim bilgisayar programı: Şimdi bu soru bana göre biraz zor. Neden mi? Çünkü sevdiğim çok program var. Adını söylesem bilmezsiniz belki. Mesleğim gereği kullandığım programlar. İsimlerini söylesem "bu ne diyo lan?" gibi uzaylı moduna girebilirsiniz. O nedenle sizin anlayabileceğiniz dilde en sevdiğim programı söyliyeyim: Mozilla Firefox. Internet Explorer'dan nefret ediyorum.
  • En sevdiğim renk: Mavi. Sonsuzluğu simgeler benim için. Hatta odam şuanda masmavi. Biraz koyu mavi oldu ama alıştım. Ayrı bir dünya gibi görünüyor odam dışarıdan. "Gözlerin mavi olsa da sonsuzluğunun içinde kaybolup boğulsam."
  • En sevdiğim çizgi film kahramanı: Sürekli ısmanak yiyip Safinas'ı kurmaya giden Temel reisi seviyorum. "lan adamdaki kas'a bak. bende ne zaman olacak böyle kas" derdim. Gerçi o zamanlar kas değilde "güç" kelimesini kullanırdım heralde.
  • En sevdiğim yazar: Sürekli kitap okuyan birisi değilim. Pek yazarda tanımam. Elime geçen kitabı okurum. Ancak yinede ben birisinin adını vereyim. Orhan Veli.
Mim bu kadar. Başlarken bu kadar uzun olacağını hiç tahmin etmemiştim. Şimdi bana göre işin en zor kısmındayım. Başkalarını mimlemem gerekiyor. Önceden gelen mimleri gönderirken sevdiğim bloglar malesef mime kapalı olduğu için içimde patladı o göndermeler. O yüzden şimdi serbest bırakıyorum. Tek bir şartım var. Bu yazıya yorum yazıp, mimi sahiplenmek istiyorum gibisinden bilgilendirme vermek şartı ile herkes bu mime cevap verebilir. Hadi kolay gelsin.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Ben aslında daha duygusal birşeyler yazacaktım

Geçen akşam arkadaşımda oturmuş nargile keyfi yapıyordum. Konu döndü dolaştı organ nakline geldi. Öyle ki girmediğimiz konu kalmadı diyebilirim.

Organ nakli felan diyince benim aklıma direk dobinin babası geldi. Kızın babası böbrek hastasıydı. Evin tek kızı bu ve annesi ile beraber geçindiriyordu evi. Açıkcası o kadar iyi bir durumu yoktu ama iyi kızdı. Herneyse masada konuşurken arkadaşıma dobinin babasının aklıma geldiğini söyledim. O da ısrar etti onu arayıp babasının durumunu sor diye. Aynı zamanda da onunlada konuşmuş olursun dedi. Ben kabul etmedim. Daha sonra aramaya yeltemsemde telefon numarasının sildiğimin farkına vardım.

Pek umurumda değil ama bir arkadaş olarak babasını gerçekten merak ettim. Merak etmemin nedenide bir zamanlar babası ameliyat olacaktı. Ondan dolayı merak ediyorum. Eğer başarılı bir şekilde böbrek nakli yapıldıysa adamcağaz haftanın üç günü diyalize girmekten kurtulacaktı. Bu sabah kurstan başka bir kız arkadaşı aradım dobinin numarasını almak için ama o da telefonu açmayınca kaldı öylece. Bu arada aklıma gelmişken söyleyeyim dedim. Dobi sevgilisinden ayrılmış. Sevgilisi ile beraberlerken bir ara konuşmuştuk ve bu yaz için düğün felan olabilir demişti bende onda "daha herşey için erken. evlilik ciddi bir iştir. 50 defa düşün bir defa karar ver. düğün değilde aranızde söz, nişan gibi birşey yapabilirsiniz mesela" demiştim. Şimdi o bile kalmadı tamamen ayrılar. Dobiden yana şüphem yok, bulur hemen o eğlenecek birisini... Beni nasıl bulduysa?

Geçen sabah uyandığımda dudağımda uçuk çıktığını fark ettim. Neden oldu anlamadım. Yarın veya öbür güne hiç birşey kalmaz. Daha doğrusu uçukmu ne onu bile bilmiyorum. Dudaklarımd ailgili şimdiye kadar böyle sorunlar yaşadığımı hiç hatırlamam. Canımıda sıkıyor bu tarz süprizler. Aniden hasta olup komaya girmek gibi birşey bana göre böyle olaylar. O nedenle sevmiyorum. Bu yazıyı yazmadan yakşalım 30 dakika önce yengemle msnden konuştum. Yaklaşık kırk yaşına gelmiş bir amcam var ve yeni gitti askere. Yengem amcamla konuşmuş ve üzülmüş. Amcamın sedi soğukmuş, üzgünmüş. Yeni gitti henüz bende konuşmadım. Bu amcamıda severim. Şuandaki mesleğimi sevmemde ve iyi bir kariyer yapamda etkisi büyük olan birisi. Yurtdışı tecrübesi ve çok bilgisinin olmasıda beni etkileyen yönlerinden sadece bir tanesi. onun gibi üç dil bilmesemde işimde başarılıyım. Yalnız ingilizceyi öğreniyorum ya o bana yeter.

Bir arada iş yerinde patron demişti bana: "bery 3-4 tane dil bilmenin bir anlamı yok(bu arada kendini 3 dil biliyor) sadece ingilizceyi öğren, tam öğren yeterde artar sana". Aslında mantıklı. Fazla dil de göz çıkartmaz. Öğrenebildiğin kadar öğrenmeli.

Artık otobüs durağındaki kızı görmüyorum. Çünkü otobüsü kullanmıyorum işe giderken. Özledim keratayı. Tanışsaydım eminim ki sevgiliden ziyade iyi arkadaş olurduk. Kız kankalarımdan bir tanede istanbulda olurdu. Ankarada ve kocaelindekilerde iyiler hani. Onlarada lafım yok. Hatta Ankaradaki ekimde evleniyor. En değerli davetlilerden birisiyim geline göre. Kardeş gibiyim onunla. allah mesut etsin onu. Bir ömür boyu mutlu olur inşallah.

Ben aslında daha duygusal birşeyler yazacaktım bu akşam ama çorba oldu ortalık.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Love is illegal in this lonely, heartbreak town

Herşey sıradan, herşey normal gidiyor. Tek değişin düşüncelerim ve yüreğm. Sevgi denilen duygudan ve sade bir gülümsemeden ibaretim. Hiçbirşey umurumda değil desemde aslında umurumda. Hiçbirşeyi boşveremiyorum. Boşver diyemiyorum. Birilerini bazı şekillerde görünce imreniyorum bazen. Bazen de aşağıdaki gibi bir şarkı bütün benliğimi bir anda yok ediyor ve sadece hissediyorum. Sadece dinliyorum. Sizde dinleyin. Güzel şarkıdır.

Outside the gates of heaven
Oh, there lives a unicorn
I close my eyes to seven
Oh, this world is not my home
A broken heart in danger
And a pillow filled with tears
Oh, can you see the strangers?
In the pain and in the fears
Can you feel my heart?
Baby don't give up
Can you feel my love tonight?

In 100 years
Love is illegal
In 100 years from now
In 100 years
Love is illegal in this lonely, heartbreak town
In 100 years
Love is illegal
All your dreams will die
In 100 years
Love is illegal
And your hope will not survive

L.O.V.E.
Love is illegal in my heart
Hear my heart is beating
L.O.V.E.
Love is illegal in my heart
Hear my heart is beating

You're looking through a fire
Computers everywhere
Oh, you're a shotgun rider
Controllers here and there
And you read old loveletters
Drawning in the sea
Oh baby it doesn't matter
Oh you've lost all what you feel
Can you feel my heart?
Baby don't give up
Can you feel my love tonight

Video (youtube'a giremiyorsanız videoyuda göremezsiniz.)

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Çok mutluyum bugün

Çok mutluyum bugün. ÖSYM bir güzel yerleştirdi. Evet össye girenleri yerleştirdi bugün. Sabahın erken saatinden itibaren telefonum dahi susmadı.

Korkmayın daha girmedim össye. İlk girdiğimde de kazandım okudum bitirdim zaten. Bu sefer beni mutlu eden dayımınoğlumun ve amcaoğlumun össde güzel bölümler kazanmaları. En çok kuzenime(dayıoğlu) sevindim. Çocuk köperler gibi çalıştı 4 sene boyunca lisede. Aslında puanı kendi beklediğinden az gelmesine rağmen güzel bir inşaat mühendisliği kazandı. Onu canı gönülden tebrik ediyorum. İnanın sabahtan beri ağzım kulaklarıma vardı resmen. (buraya kadar olan kısım dün yani 12 ağustosda yazıldı. yazıyı tamamlayacaktım. kuzenimle dışarı çıkmak zorunda kaldığımdan yarım kaldı. aşağıdaki satılardan devam.)

Şimdi ise ofisteyim. Birazdan çıkıp eve gideceğim. Eve gidince biraz ders çalışmam gerekiyor. Senin kadar rahat olamıyorum malesef. İşten çıkacağım için kendimi huzurlu hissediyorum. Evimdeki internet bağlantısınıda kapattırmayı düşünüyorum. Bu ay sonunda bilgisayarsız ve internetsiz birisi olacağım belkide. Kardeşim şuanda kullandığım laptopumu götürecek mersine. Bende masaüstü pc yi kullanmamak için direneceğim ve bunu yeneceğim. Yapacağım bunu. Çünkü bilgisayardan uzak durmam gerekiyor.

Bugün çok güzel bir hava var dışarıda. Ofiste ise üşüyorum bazen. Patron klimayı açtırdığında kendimi kutuplarda hissediyorum. Bazende "üşüyorsan üstüne birşey giy" cümlesinede kıl oluyorum. Lan yazın ortasındayım. Sırf işyerinde üşümemek için uzun kollu gömlek ve ceket mi giyineyim. Bazen şakayla karışık atışsakta aramızda ciddi sorun felan yok. Hele ki diğer ortak ile aram çok iyi. Sever beni. Bende severim keratayı.

İngilizcem biraz gelişti sanırım. Artık böyle türkçe gibi konumuşuyorum bazen. Çok hoşuma gidiyor bu. Hani yeni doğan bir çocuk ilk adımlarını atmaya başlar ya, anne ve babasının yüreğini tatlı bir mutluk sarar ya aynı onun gibi bir his ingilizce konuşmak bana göre. Asıl konu ingilizce konuşmak değil. Türkçeden farklı bir dili konuşabilmek. Msnde ingilizce konuştuğum arkadaşlarımı annem gördüğünden dahi arka bölgelerimde havalanmalar hissediyorum. Annem hemen hazır cevabı yapıştırıyor. "şuna bak, türkçe de konuşmuyor artık msnde". Gerçi annem msn nedir pek bilmez. Bildiği tek şey benim onun aracılığıyla birçok kişi ile gevezelik yaptığım. birde msnimde o kadar online insanı görünce de etkileniyor bünyesi tabii ki.

Patron yani genel müdürümüzün oğluda istanbul üniversitesine yerleşmiş bunuda söyleyeyim dedim aklıma gelmişken. Çocuğun tercihleri gördüm, sadece 5 tercih yapmıştı. Hepside istanbul üniversitesinde. Zaten girebileceği yerlerde vardı ya neyse.

Kendinize dikkatli bakın canlarım.

7 Ağustos 2009 Cuma

Çok değişti herşey (biraz itiraf)

Neredeyse 10 gündür yokum ortalıkta. Yaz geldi geçiyor ben ise hâlâ bu yaza ait planlarımı gerçekleştiremedim. En basitinden Antalya'ya tatile gidemedim. Arkadaşlarım ekti.

Evet, arkadaşlarım ekti. 4 kişi beraber gidecektik ama 2 tanesi ekince diğeri ilede ben gitmedim o da gelmek istemedi. "Biz hep beraber gitme" düşüncesini besledik her zaman. Yap hep ya hiç olacaktı, hiç oldu. Gidemedik işte. Deliriyorum şuanda. Herşey hazır, para felanda sorun değil. Ama ne oluyor? İki kişi gelmiyor. Her neyse bu konudan bahsedipte sinir katsayımı yükseltmek istemiyorum.

Biraz değişiklikler oluyor Bery'in filminde (hayatında). Otobüs durağındaki hoş kız artık yok. Bende artık o otobüs durağına gitmek istemiyorum. İşe gitmek istemiyorum. Tatil yapmak istiyorum. Güzel bir kız arkadaşım olsun, bol bol gezelim-tozalım istiyorum. Bunların hepsini gerçekleştirebilecek kadar çok param olsun, hiç bitmesin istiyorum. Allah herkesi cennete göndersin burda günah işlesek dahi cahilliğimize versin istiyorum. Burdada istediğimiz gibi yaşamak ve ordada bu yaşamı devam ettirmek istiyorum. Her zaman sevdiğim insanların çevremde, yanımda olmasını istiyorum. Annemin ben işten geldiğimde akşam yemeğini zamanında hazırlamış olmasını istiyorum. Blogumun kapanmamasını istiyorum. Diğer bloglarıma gelen spam yorumlar yerine bol bol normal kullanıcı yorumlarının gelmesini istiyorum. Bu blogumda yazı yazmaktan daha çok yorum onaylamakla vakit harcamak istiyorum.

İstedikçe isteyesim geliyor, insanoğlu bu derler ya hani doymak bilmez. Bende öyleyim şuanda işte. Hayatımın dönüm noktasındayım diye tabir ediyorum bu sahnelerin çekildiği ve çekileceği zaman dilimini. Bir sene sonrası tamamen farklı olabilir o nedenle hiçbirşey net değil. Bir yanım ege bir yanım karadeniz benim. Heryanım ise buram buram türkiye kokuyor. Henry miller'ın bir kitabı olan Yengeç Dönencesi'ni aldım ve okumaya çalışıyorum. Bu kitabı ne zaman elime alıp okumak istesem uykum geliyor ve hiç saate bakmadan günün hangi saati olursa olsun uyukluyorum. Kitap kaba bir dille yazılmış.

Bir tane üniversite bitirdim. İkincisini okuyorum o da yetmedi. Şimdi üçüncüsü için kolları sıvamış bulunmaktayım. Bana dua edinde onunda hakkından gelip bitireyim. Çok büyük değilim korkmayın. Yaş olarak o kadar büyük değilim ama kalıbıma güveniyorum. Evlenme işinde de geciksemde umurumda değil. Şuandaki tek düşüncem "olsada olur olmasada". Eğer ki gönül eğlendirmek isteyen güzel bir bayan olursa bana ulaşsın ilgilenirim. Benim şuandaki amacımda bu zaten. Vakit öldürmek, beraber birşeyler yapmak.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Anıtkabir nerede? Yunanistan'da!

İstanbuldaki arkadaş çevremde bulunan her insan sanki özenle seçilerek gönderilmişler benim yanıma ya da ben onların yanlarına gönderildim. Bilemiyorum.

Değişik tiplerde, değişik düşüncelere sahip arkadaşlarım bulunuyor. Ne tür iş yaptıklarını söylememe gerek yok. En iyisinden en kötüsüne kadar düşünebilirsiniz. Maddi açıdan durumu çok iyi olanda ve sürünende var. Orta seviyeli kendi yağında kavrulanda var. Zengin olanların burunları bir karıç havada dolaşıyor genelde ve hiçbir şekilde genel kültür olsun felan bilgisi yok. Hatta anıtkabirin nerede olduğunu dahi bilmeyenler var. Ayları adam akıllı sırasıyla sayamayanda var. O kişide şuanda askerde. Umarım adam olurda gelir. Haksızlık etmeyeyim her ne kadar ayları sayamasada iyi çocuktur kendisi.

Solcu bir arkadaşım var, sapına kadar solcu. Atatürk'ü herşeyden çok sever kendisi. Bir çay bahçesine oturuyorduk lafı ldu konu açıldı atatürk ve osmanlı'dan. Ne hikmetse bu çocuk atası olan osmanlıları sevmiyor ama atatürk'ü onlardan daha çok seviyor. Tamam atatürk'ü sevebilirsin bişe demem ama osmanlılara olan bu kin ve sevgisizliğinin sebebi ne? Soruyorum cevap yok, sürekli farklı nedenler ve sudan sebepler söylüyor.

4 kişi oturuyoruz masada. Ben, solcu arkadaşım, kuzenim ver bir arkadaş. Bir ara şöyle bir muhabbet geçti aramızda. Aklımda kalan kısmı ile diyalog halinde yazıyorum.

- Tamam lan. Herşey biliyosun tam solcusun atatürkü seviyosun. Peki anıtkabir nerede?
- Yunanistanda tabii ki olum.
- Ankara'da olmasın?
- (kuzenim esprisine söylüyor.) Evet lan yunanistandaydı.
- Lan yunanistanda işte kafamı karıştırmayın!
- Tamam abi bildin ne diyelim haklısın...
....

Bu şekilde devam etti. Ben şoka girdim resmen. Anıtkabirin ankara anıttepede olduğunu bilmesi için profesör olmasına gerek yok. Hiç kimsede bu bilgiyi doğru bir şekilde hafızasında tutması için pek fazla birşey beklemez ondan. Hatta hiçbirşey beklemez. Biz bir defa yakaladık kekliği. Dururmuyuz. Peki atatürk'ün annesinin adı neymiş biliyor musunuz? Emine! Evet yanlış yazmadım bu solcu arkadaşım "Atatürk'ün annesinin adı neydi?" sorumuza ilk başta zeliha demiş ve kuzenim vasıtası ile emine ismi beynine işlenmiş. Çocuk en sonunda "Atatürk'ün annesinin adı emine. Atatürkü severim, sapına kadar solcuyum. Bunu bilmicemde neyi bilicem lan.(diyerek gülüyor tabii)" şeklinde bir cümle kurdu.

Bu tarz arkadaşlarım olduğu için kendimden utanıyorum. Çocukta afedersiniz b*k gibi para var. Para değiştirmiş adamı. Öyle böyle değil ya. Herhangi bişe olsun direk para ile çözüm buluyor çocuk. Para dedim aklıma bişe geldi :) Bu akşam bu yazıyı yazmaya gelmedne önce bir oyun oynadım. Küçük çocuklar gibi :) Monopoly gibi bir oyun ama adı "Hepsi Benim". Aynı mantık. İstanbul ilçeleri var.

İlk başlarda kardeşim çok iyi gidiyordu. Ben en geriden gelen kişiydim. Hızlı giden kardeşim ilk batan kişi oldu. Ardından diğer arkadaş batta. İkinci arkadaş battığı sırada ben en zengin kişi olarak oyunca liderliğimi sürdürdüm. İkincide batınca oyuncaki mal varlıklarının %80- %90'ı bana aitti :) Ne zamandır bu şekilde oyun oynamıyordum. İlk başlarda mal varlıklarımı ipotek dahi ettirmiştim her defasında son anda kurtardım.

Güzel bir oyun, her yaşta oyanır. Deneyin eğleneceksiniz. Birde unutmadan bu pazar çok yoruldum. Cumaretsi gecesi 4 gibi yattım ve sabahda 11 gibi uyandım. Bu benim için az bir uyku oldu. Evde boya badana işleri vardı. Heryeri boyadırlar birtek benim oda kalmıştı. Bizde çok güzel bir mavi renkte boya alarak odamı boyadım. İnan ki kendi odamı temizlerden, boyarken ya da düzenlerden acayip derecede haz alıyorum. Seviyorum bu tarz bir iş yapmayı. Odam masmavi şuanda. Bu sefer mavi duvarlar içerisinde mahkum kaldım.

Her zaman bu tarz işlerinizi kendiniz yapın, çok zevkli oluyor.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Bu ne güzellik!

Ankaradaki kankam ile beraberim. Onunla ankaranın güzel yerlerini geziyoruz. AnkaMall diye bir yer var Ankarada. Bilenler bilir. Sanırım ordaydık o zaman.

Çok güzel konulu bir filmi seyretmek üzere giriyoruz sinemaya. Biletlerimizide aldık ama o ısmarlardı. Her zaman ben alcak değilim ya. Her neyse sinema bitti herkes tek tek çıkıyor. Benim önümden çıkan bayan mükemmeldi. Sinema salonun çıkarkan merdivenlerden aşağı iniyor ve ilk başka yüzünü gördüğüm, arkasından bakmaya devam ettiğim kız hakkında o kısa anda çok şey düşündüm. Aklıma neler gelmedi ki. Hayatımda ilk defa ilk bakışta aşk'ı yaşamıştım sanırım..

Görünce sizinde gözlerinizin kamaşacağından eminim. Sinemadan çıktık. O çıkışta benim ona baktığımı fark etti ve bana karşı tatlı bir gülümseme gönderdi. Sinemaya tek başına gelmişti. Hiç kimse yoktu yanında. Ben ise kankam ile beraberdim. Ankaranın kızlarını her zaman beğenmişimdir bu da güzeldi. Yürüyen merdivenlerden alta kata doğru ilerliyoruz, o da yine önümüzden gidiyor. Bana bakmaktan alamıyor gözlerini. Bende ona bakmaktan. Kankama şöyle diyorum. "Sen iki dk bekle geliyorum hemen ben." der demez kızın yanına gidiyorum. Güzel bir girişin ardında muhabbet gırgır şamata kendimizi otomatik kapının ardında dışarıda buluyoruz. Kankamda peşimden gelmiş kenarda beni bekliyor, kızla aramdaki tatlı sohbeti bozmak istemiyordu.

Sanki uzun zamandır tanışıyor ve uzun zamandır birbirimizi görmüyor iki deli aşık gibiydik. Ona sımsıkı sarıldım ve bir daha bırakmadım. Korkmayın neesi kesilecek kadar fazla sıkmadım. Kıyamam ben ona. Sarışındı, uzun boyluydu. Uzun boyu ancak benim omuzlarıma kadar geliyordu. Haliyle benimde boyum uzun yabana atmamak gerek. Gözleri ela. Mükemmel bakışları var. Bakışlarıyla yanıyor, kavruluyorum resmen.. Hayatımın anlamını bulmuştum bırakmak istemedim.

Tuttum elinden "gel benimle" dedim gelmedi. Elinden iyice bir asıldım "beni sevmiyor musun?" dedim kendime doğru çektim biraz yanaştı. Bir daha geri dönmek istedi. Ben gitme dedikçe annem üzerimdeki yoganı çekiyor annemde "babane gideceğim" diyordu.

Dün gece çok güzel olan bu rüyayı gördüm. Tabii ki bu kadar ayrıntılı değil. Bazı yerleri ben salladım ama kızın özellikleri bakımından bir tane bile atmasyon yoktur. Sanırım bir kız arkadaş bulmam lazım. Çok bunalım çoooook.

17 Temmuz 2009 Cuma

Sence ne tür aşk?

bir erkeğin/bayanın birbirine karşı yaşadığı aşk mı yoksa manevi aşk mı?

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Yeni film çekimleri için Ankaradayım

Bu hafta içerisinde çarşamba günü gündüz saat 10da İstanbuldan yola çıkarak Ankara'ya geldim. Öğleden sonra felan Ankara'daydım.
Ankara'nın yeri kalbimde yeni yerini aldı gibi. Bu sene baya geldim Ankara'ya. Her defasında ayrı nedenle, son defa gidiyorum mantığı ile. Ailemi hep bu yalanlar/bahaneler ile avutmaya çalıştım. Bence pek yeterli olmadı ki annem artık "ne var bu ankarada. durduk yere neden gidiyorsun. daha 2-3 ay önce gitmedin mi?" diyor.
Aslında buraya hiç gelmeyecektim. Planımda bu yoktu. Yeni bir film çekilecekmiş beni çağırdılar. Bende "tabii ne demek, bu bizim işimiz" diyerekten koşarak çıktım piste. Normal şartlar altında Konya da olacaktım. Yani oraya gidip tekrar istanbula dönecektim ki böyle oldu. Ziya diyeyim. Lakabı ziya olsun. Böyle bir arkadaşım var üniveristeden. ayyaş diye bahsettiğim bir arkadaşım vardı belki hatırlarsınız. Onun antalyada liseden arkadaşı. Ziya bir süre sonra istanbula taşınınca beraber takılır olduk. Hatta iş bakımından ciddi planlarımız var. Bu admaın yüzünden ankaraya geldim. Kötü mü oldu? Hayır. İyi oldu. Hemşerim diye birisindne bahsetmiştim yine,can dostum bir bayan. O da ankarada yaşıyor ama şuanda başka bir şehirde olduğu için görüşemedik.
Konya'ya da gitme nededim şu. Benim üniversiteden bir arkadaşımın düğünü var oraya gidiyorum.
Yarın sabah gün aşığı ile konya yolculuğum başlayacak. Sabahın erken saatinde yola çıkacağım. Ankara da baya bir zaman geçirdim zaten. Çarşambadna pazar gününe... Cuma günü hacettepe üniveristene uğradım. Ufak tefek bir kaç işim vardı hallettim. Ardından Mamak'a gittim. Asker bir arkadaşım vardı. 3-4 saat bekledim ama yinede arkadaşımla görüşemeden geriye döndüm. Nisanda da gelmiştim ankaraya. O zaman vaktim yetmediği için görüşememiştim bu seferde gittim hiç görüşemedim. Sorunlar hiç bitmez.
Mutsuzum herşeye rağmen. İnsanın tonlarca parası olsa, çevresinde onu seven tonlarca insan olsa, belli bir saygınlığı olsa vs daha birçok şeyi olsa da onu gönülden seven bir eşi/sevgilisi olmadımı yalnızlık çekiyor. Ben bunu yaşıyorum şuanda ve iğrenç bişe. Biri beni sevsin!
Arkadaşlarım şuanda salondalar. Bir kısmı batak oynuyor bir kaçıda ps2 oynuyor. Batağı bilmem, ps2 ile aram olmaz. Teknolojik aletlerde oyun oyanmayı sevmeyenlerdenim. Yalnız browser oyunlarının hastasıyım demiyeyimde severim hatta birisini şuanda oynuyorum ingiltere serverlarında.
Konyada evlenen arkadaşım benimle yaşıt değil. Abi dediğin gönülden sevdiğim birisi. Konyayı ve konyalıları pek sevdiğim söylenemez. Aranızda konyalı varsa alınmasın çünkü her yörenin iyiside vardır kötüsüde. Benim memleketim hakkında da bu şekilde düşünenler vardır, saygı duyarım. Konyada ki düğün gerçekten süper olacak. Lise yıllarından bu yana birbirini seven bir çift evlenecek yarın akşam. Liseden bu yana birbirlerini deli gibi seviyorlar. Kız çocuğun üniversiteyi bitirmesini bekliyor. Ardından bu hasrete birde askerlik eklenince yarınki düğün onlar için mutluluğun ta kendisi olmasında ne olsun!
Allah mesut etsin. Hepimize kendimiz için hayırlı olan nasip olsun. Benim için evlilik son iş. Olsa süper olur, olmasa pek birşey kaymetmem. Kendinize iyi bakın. Bu filmin ardı arkası kesilmeyebilir. Söylemeden edemicem. Ankaranın kızları çok güzel.
Birde ankarada gerçekten hava çok sıcak. Cuma günü caddelerde/sokaklarda gezmekten resmen haslandım desem yalan olmaz. Birde tenim hassas benim. Hemen güneşte yanıyor. Eve gidince annem rengimden dolayı tanımazsa pek şaşırmam. Siz siz olun, dikkat edin. Şimdi konya daha çok sıcaktır. Gözünü sevdiğimin izmiri. Seni özledim ve otobüs durağındaki bayanı...

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Genel olarak biz insanlar çok farklı varlıklarız

Bu akşam eski arkadaşlarım dediğim üniveriste sınavına hzırlanırken dershaneden tanıştığım arkadaşlarımda beraberdim.

Onlarla sık sık telefon ile görüşmesekte birbirimize karşı bağlılığımız ayakta tutuyor dostluğumuzu. Arkadaşımın birisi "bery sen çok zayıflamışsın abi" ladı beni bitirdi. Moralim bozukdu resmen. Bende hemen "Yok be kanka ya ne zayıflaması. Her zamanki halim" dediysemde çocuk doğru söylüyordu. Baya bir zayıflamış ve çökmüştüm. Son 1-2 aydır adam akıllı yemek yemiyorum zaten. Sabahlerı işe giderken kahvaltı yapasım hiç gelmediği için kahvaltı yapmıyorum. İş yerine gittiğimde iki lokma birşeyler yedikten sonra da öğle yemeğini bekler oluyorum.Öğle yemeği zamanı geliyor yemekte yine birşeyler yiyesim gelmiyor. Bir tbak çoba yiyor çıkıyorum yemekten. Birde evde yemediğim bazı çeşit yemekleri işyerinde yiyen bir insanım.

Arkadaşlarla buluştum dedim ya tek tek ayrıldık. Cafeden çıktıktan sonra birisini tramway'da bıraktık. İki kişi kaldık. Bende onu bir cadde kenarında bıraktım o da ordan minibüse binip gidecekti. Bende diğer caddeye gidip minibüs beklemeye başladım. Minibüse bindim. En önde şöförün arkasındaydım. Bir bayan geldi yer verdim. En arkada boş yer vardı oraya geçtim. Önümde bir bayan oturuyor. Bende tam onun arkasındaydım. Kız gelse "senden hoşlandım" gibi bir cümle kursa ona o cümleyi söyleten dilini yedirecek durumdayım. Sevgilim olsun, biri beni sevsin istiyorum ama kız ağırbaşlı olsun istiyorum. Gerçi nu örneğin ağırbaşlılıkla pek alakası yok ama öyle her yerde herşeye de birşey anlamadan maydonoz olmaması gerekir.

Cumartesi akşamı halı saha maçı yaptık. Organizasyonu ben düzenledim. Zar zor sahaya attık kendimizi. Çok koştum çok yoruldum. Pazar günü öğleden sonra saat 2 de uyandım. Çok iyi uyudum. Maçı gece yaptık desem yeridir. Eve gelince bir duş aldım ve yattım. Haftanın ve maçın yordunluğunu böyle atmış oldum.

Söylemeden edemeyeceğim. Minibüslerde insanları bazen süzerim. Ne yapıyor ya da yapmaya çalışıyor gibisinden. Birde ben acayip meraksızımdır. Yani yok birisi bişe demiş, o şunu yapmış, bu bunu yapmış millet dedikodu yapar ama ben "banane" der geçerim kenara. Merak etmem. Herneyse... yine böyle sıradan bir gün. Minibüse bindim bir yere gideceğim. Ben ya en arkaya ya da en öne otururum minibüste. En arkadayım. Şöförün arkasındaki koltuğa genç bir bayan oturdu. Onun ardındna 2 tane hanzo bindi minibüse. Diğer önümdeki koltuğa oturdu diğeride ücreti ödüyor. Şöföre parayı verdi abi bu hanzo, paranın üstünü alana kadar hayatında hiç kız görmemiş gibi kıza bakıyor. Ulan ne mallar var. Adamda ne tip var ne bişe. Şahsen benim bacım olacak ordaki bayan gider o adamın gözlerinin yerine çiğköfte koyarım.. Bu hanzo parayı ödedi gözleri hâlâ kızda. Öyle baka baka yerine geçti. Kız islifini dahi bozmuyor. Kesin çatal felan gördüde ondan baktı.

Çatal demişken... Kadınlar çok güzel varlıklardır. Çok tatlı, farklı, cazibeli, seksi olmaları erkeklerin ilgisini çekmeye yeterli olur. Kadınlarda erkeklerde olmayan güzel şeyler bulunuyor aslında. En basitinden göğüsler. Bu cisimler ile birçok erkeği tavlayabilirler. Erkek neyi ile tavlayabilir ki? Yok aklına gelen ile mümkün değil. birde ben şuna inanırım arkadaş. Bir bayan erkeklerin neresine bakmasını istiyorsa orasında dekolte denilen şeyi uygular ve dikkat çekmeye başlar. Bu böyledir, böyle devam edecektir de. Ben birisinin göğsüne bakarken yakalnırsan hiç utanmam, çekinmem. Çünkü o açmıştır bende bakmışımdır. Eğer bana kızacak olursa dilimden çıkan kelimler ile o haklı olsa dahi ezer geçerim onu. Birde kızacaksa neden o şekilde giyinsin?

Kadınlar, erkekler.. Genel olarak biz insanlar çok farklı varlıklarız..

28 Haziran 2009 Pazar

Sevgili sinema severler için...

Blogumu takip eden kitle. Size sesleniyorum. Bu kitle blogun sağ tarafındaki sinema severler alanında her ne kadar 94 kişi görünsede aslında o kadar kişi yorum dahi yazmıyor. Yazsa zaten onaylamaya yetişemeyeceğim kesin.

Blogumun sağ alanında RSS Abonesi Olun! başlıklı bir yer var. Üstelik dikkat çeksin ve gözünüze batsın diye oradaki yazının rengini kırmızı yaptım. Görüyorum ki hiç kimse şeyine bile takmamış. Bu durumu doğal karşılarım. Takip etmek zorunda değilsiniz. Ama ben şöyle düşünüyorum. Bir blogu takip ediyorsanız ona karşı vefalı olmak zorundasınız. Vefadan kastımda şu. Sürekli okuyarak düşüncelerinizi belirtmelisiniz. Ben sevdiğim birçok bloga düşüncelerimi yazmaktan çekinmem. Kendi düşüncelerimi yazarım Bery'nin değil. Bu da bana huzur verir. "Evet, bende birşeyler söyleyebildim" diyebiliyorum. (iyi ya da kötü)

Hal böyle olunca da bende sizin blogumun RSS yayınına abone olmanızı rica ediyorum. Bunun bana bir kazanç sağladığı ya da bir yerimin eksildiği-azaldığı yok. Kısaca RSS nedir onuda söyliyeyim bir kaç cümle ile. RSS; bir web sitesindeki güncellemeleri takip etmeniz için oluşturulmuş muazzam ve paha biçilemeyen bir araç. Web işleri ile ilgili olmadığınız için bu bilgi sizin için uygundur diye düşünüyorum. Sağ alandaki bu abone sayısı sinema severler alanındaki gibi fazla olursa mutlu olacağım. Çünkü başka mekanlarımda yüksek sayılar görmeye alıştığım için burası canımı sıkmıyor değil. Çok zor değil. Blogun en üstte adının yazılı olduğu yerin sağ tarafındaki kare şekline tıklayın. Aynı zamanda bu hemen soldaki resime tıklayarakta abone olabilirsiniz. Yandaki resime tıklayarak aşağıdaki adım ile devam edin.

Daha sonrasında karşınıza tamamen Türkçe bir sayfa çıkacak. O sayfadanda aşağıdaki resimde göründüğü gibi Hemen abone ol butonuna basın. Ondan sonrasında gerekli işlemleri yapabilirsiniz zaten. Bütü bu işlemlerden sonra abone olmuş oluyorsunuz. Rakamda kendiliğinden artır. Siz abone oldukça artıyor.

Bu şekilde abone olursanız sevinirim. İlk satırlada da söylediğim gibi. Abone olmak zorunda değilsiniz. Fakat abone olursanız sevinirim sadece. Derim ki "blogumu gerçekten seven xx kişi var." Sevincim daha fazla artar.

***

Abone işlemlerini anladınız ve abone oldunuz sayıyor ve başka bir konuya kısaca parmak basmak istiyorum.

Bugün facebook'u hayatım boyunca olmadığı kadar çok sevdim. İzmirdeki ilkokul arkadaşlarımın çoğuna ulaştım. Aslında çoğu değil ya. 6-7 tanesine diyebilirim. Kendisine şeker alınmış çocuklar gibi sevindim diyeceğim sizde inanın. Çünkü sevindim. Arkadaşlarımı özledim.


İzmir'in kızları meşhur diye boşuna dememişler. İlkokuldaki kız arkadaşlarımda manken gibi olmuşlar. Hepsini görmedim ama gördüklerim öyleydi. Allah sevdiklerine bağışlasın ve nazardan saklasın. Ben bu "İzmir'in kızlarının meşhur olması" olayınıda kendimce onaylamış oldum. Gerçekten öyle.

Görüşmek üzere. Sizleri seviyorum.

26 Haziran 2009 Cuma

Bye bye love, bye bye happiness, hello loneliness

Bazen bu cümleyi kendi kendime çok söylüyorum. Belki çok saçma gelebilir sana ama bence çok güzel bir söz.

İnsanların bazen hayvanlardan pek farkı kalmadığını hepimiz birçok defa şahit olmuşuzdur. Ben buna son zamanlarda çok sık şahit olmaya başladım. Son zamanlarda çok sık nargile içmeye, boş boş vakit öldürmeye başladım. Bu benim için hiç iyi değil. İş yerinde olan yoğunluk beni az çalışmama rağmen yoruyor. İşkence gibi geliyor bazen.

Son zamanlarda birkaç kişi vefat etti. Onlarda ayrı ayrı canımı sıkıyor zaten. Geçen seçimlerde babaannem vefat etti. Söylemiştim sana. Babaannemin 40’ı dolduktan bir iki gün sonra en küçük kardeşi vefat etti. 2 gün önce mahalleden bir arkadaşımın abisi iş arkadaşları ile gittiği Tekirdağ’da denizde boğuldu. Sadece o değil bir tanede iş arkadaşı boğuldu. Daha dün üniversiteden yakın bir kız arkadaşımın annesi vefat etti. Yoğun bakımda hastanedeydi. Tam düzeldi yoğun bakımdan çıkartacaklardı bu hafta içi ki o da yumdu hayata gözlerini. Ardında gözyaşları ile boğulan sevdiklerini bıraktı.

Ölümden korkum yok. Eni sonunda her insan gibi bende öleceğim bir gün ama yakınımda ölen insanlar beni etkiliyor. Onları 3 gün önce yanımda görüp sonra ölü bedeninin koyulduğu tabut ile birlikte musalla taşında görünce bambaşka oluyorum. İnsan ister istemez etkileniyor. Dünya fani. Ölmeyen birisini gördünüz mü hiç? Ya da “ben kesinlikle ölmeyeceğim” diyen birisini. Sonuçta ölüm herkes için. Ne demişler “tecavüz kaçınılmazsa, tadını çıkar”. Hayatta bunun gibi bir şey. Öyle ya da böyle geldin bu dünya ya en iyi şekilde yaşayıp ölmen gerekir.

İstanbul’a sonradan geldim ben biliyorsun. İzmir’de doğdum büyüdüm, tam İzmir’i yaşayacağım gencecik yaşımda çıkıp İstanbul’a geldim. İstanbul’da çok samimi arkadaşlarım yok. İzmir’deki arkadaşlarım ile bağlarım hâlâ sımsıkı. Hatta birisi şuanda askerde, o askere giderken gözyaşlarımı tutamamıştım. O derece içimde derin bir sevgi var çocuğa karşı. İstanbul’daki arkadaşım dediğim (aslında ilk geldiğim zamanlarda diyordum şimdilerde ayda yılda bir görüşüyoruz) insanlarda evli karılarla düşüp kalkan kişiler. Ben öyle bir şey yaptıklarını yeni öğrendim desem yalan olmaz. Bunu öğrenir öğrenmez şoka girdim zaten. Güvendiğim bir çocuk vardı. O da iyidir diyordum. Yaptıklarını duyunca ondan da soğudum. Çocuğun babası vefat edeli bir sene olmadı belki. Annesi de akıl hastası. Çocuk adam akıllı çalışmıyor. Belli ki aklı hâlâ başına gelmemiş. Bunun lisede okuyan bir kardeşi var o dahi geleceğinin endişesi içerisinde ama bu askerden geldiğinden beri ne yaptığı belli değil.

Kuzenimle takılıyorum genelde. Bu evli bir karıyla düşüp kalkan insanlarla o tanıştırmıştı vakti zamanında beni. Bu gece eve saat birde girdim. O insanlarda beraberdim. Aslında ben oraya kuzenim ve bir arkadaşım ile gitmiştik ve takılıyorduk orda. Onlarda saat 12ye gelirken geldiler. Kuzenime de ayrı kıl oluyorum zaten. Benim birçok şeyimi bilir o. Ulan çocuk şuanda birisi ile çıkıyorum diyor. Adını dahi söylemiyor arkadaş. Bu kuzenimde Bursa’da üniversite okudu. “Sen tanımazsın kız Bursa’dan” diyip geçiştiriyor konuyu ama bu karılarla düşüp kalkan elebaşı bir pezevenk var onunla haşır neşir. Kuzenim ise bedavaya karı versen becermeyecek cinsten olunca bunlara yüz vermesi kıl ediyor beni.

İnsanlar bu nedenle garip varlıklar. Kendimi garip hissettim bak şimdi.

finalde de aklıma gelen ve beğendiğim bir şakı ile bitireyim..
Bye bye love, Bye bye happiness, Hello loneliness....

23 Haziran 2009 Salı

Şimdi ölmek istemem bir kalbi sarmadan..



Şarkı Sözleri

Yüzme bilmeden,
Daha deniz görmeden,
Hiç güneşte yanmadan..
Şimdi ölmek istemem bir kalbi sarmadan..
Aşkı tatmadan daha,
Onla sarhoş olmadan,
Hiç sevişmeden daha,
Şimdi ölmek istemem daha hiç gülmeden..
Çoban yıldızı..

Sen benle kal… Çoban yıldızı..
Hep benle kal… Çoban yıldızı..

Ben hiç kimsem olmadan,
Tepeden tırnağa ,
Ona hiç sarılmadan,
Şimdi ölmek istemem kalbine dokunmadan.
Hadi al götür beni,
Hala benimmişler gibi
Evime yurduma.
Taze meyve tatları
Yağmurlarında

18 Haziran 2009 Perşembe

Sende başını alıp gitme, ne olur

Kardeşim mersinden geldikten sonra onun eşyalarını sömürmeye başladım. Amcam kardeşim 5 senelik mersinde okumayı hak edince güzel bir mp4 player aldı ona. Çocuk aldığı gibi götürdü haliyle mp4 palyer'ı.

İstanbula geldiğinde de ben kullanıyorum onu. Sabahları işer giderken telefonumdan müzik dinlemek yerine mp4 playerdan dinlemeyi tercih ederim. Ben yine her zamanki gibi bir sabah kardeşimin mp4 palyerını aldım ve evden çıktım. Kulağında kulaklıklar elimde mp4 player. Bir müzik geldi kulağıma hoşuma gitti dinleyeme devam ettim. İlk defa duyuyordum. Pinhani'nin bir şarkısı bu. "Çokta umrumda" şarkının adı. Ben bu adamları hayatta dinlemem demiyeyimde hiç dinlemezdim. Şarkı kaç gündür dilimden düşmüyor.

Birde cem karaca'nın bir şarkısı var. Geçen gün facebook'ta eski bir arkadaşımın paylaştığı video sayesinde dinledim şarkıyı. Şarkının adı "sende başını alıp gitme". İki şarkıda birbirinin tamamen zıttı ama gel gör ki ben ikisinide beğendim. Ne pinhani'nin böyle bir şarkısı olduğunu biliyordum ne de cem karaca'nın. Adamlar söyelemiş abi.Eğerki müzikleri merak ettiysen git bul dinle yaw. Şimdi bu cümleyide yazının tamamını yazdıktan sonra ekliyorum. Baya uzun oldu yazı zaten. Birde videoları eklemim. Youtube ya da Google Video'dan bulup izleryebilirsiniz.

Cem karaca'nın şarkısının sözleri:
Ben suyumu kazandım da içtim
Ekmeğimi böldüm de yedim
Alkışı duydum ihaneti gördüm
Sesim de oldu sessizliğimde
Seviştiğimde oldu benim

Sen de başını alıp gitme ne olur
Ne olur tut ellerimi
Hayatta hiç birşeyim az olmadı senin kadar
Ve hiçbirşeyi istemedim
Seni istediğim kadar

Sende başını alıp gitme ne olur
Ne olur tut ellerimi

***

Bugün ne uyudum ama ya. Çalıştığım yerde kendi isteğim ile çıkamayınca yarı zamanlı olarak çalışmaya devam ediyorum şuanda. Öğleden sonra saat 13:30'da çıkıyorum işyerinden eve geliyorum. Şuanda öğleden sonra çalışmak için bir yer aramıyorum. Kendimi bazı konularda eksik gördüğüm için evde biraz kendi bilgilerimi biraz pişireyim, ufak tefek işler yapayım kendi kendime diyorum. O yüzden gitmiyorum bir yerlere. Herneyse ben uykuya gelecektim. Konu dağılmasın.

Bugün her zamanki gibi 13:30'dan sonra çıktım ofisten. Henüz ben çıkmadan patron yurtdışına bir posta göndermesi üzere diğer elemana emir veriyordu ki ben atıldım."10 dakika içerisinde ben çıkarım. Bir daha bu çocuk çıkmsın dışarıya. Gönderir ordan eve giderim" dedim. Aldım bütün yurtdışına gönderilecek materyalleri çıktım yola. Gönderdim postayı fransaya ardından attım kendimi istanbulun özel halk otobüsüne geldim evime. Birde özel halk otobüsü demişken aklıma birşey geldi.

Ben istanbula ilk geldiğim zamanlar. 2002 senesinde... Yazın mecidiyeköy'e bir kursa gidiyorum. Hergün bilet alır(o zamanlar bilet vardı, akbilinde ne olduğunu bilmiyordum) otobüse biner giderdim mecidiyeköy'e. Bazen belediye otobüsü yerine özel halk otobüsü gelirdi binmezdim. Neden binmezdim biliyonuz mu? O otobüse binince para alıyolar ya, ondan binmiyordum. Paramın yokluğundan değil. Şükür kendimi idare edecek kadar vardı ama ben gereğinden fazla alıyorlardır diye düşünürdüm. Sonradan anladım olayı şimdilerde hepsine birden biniyorum.

Eve geldim. Açtım laptopumu. 10-15 dakika felan bilgisayarda takıldıktan sonra salona geçtim. Lisedeki kardeşim ben annem salonda oturuyorduk. Birde önceki geceden uykusuzum biraz. Annemin dizine uzandım. Annem kalktı bir süre sonra bende koltukta uyumaya başladım. Akşama kadar uyumuşum. 3-4 sefer uyandım yine uyudum. Ayada yıulda böyle uyuyorum zaten =) neden uyanayım arkadaş.

12 Haziran 2009 Cuma

Yarın geç kalmamam gerekiyor otobüs durağına

Hergün otobüs durağında onu görüyorum. Daha doğrusu onu görebilmek için erkenden gidiyorum durağa. Sabah sadece onu görebilmek için açıyorum gözlerimi, uyanıyorum.

Ona aşık değilim. Bundan eminmiyim onuda bilmiyorum. Sadece onu sabahları gördüğümde mutlu geçiyor günüm. Normalde benden erken gidiyor otobüs durağına. Bende sadece onu görebilmek için erkenden otobüs durağında oluyorum. Duraktan geçen çoğu otobüs iş yerimin yakınından geçiyor. Bende bazen sadece onunla aynı otobüste olabilmek için onun bineceği otobüsü bekliyorum. Hatta bazen işe geç kalıyorum.

Kalabalık gelen otobüse beraber biniyoruz ve ben bir durak sonra iniyorum. Sadece 1-2 dakika beraber olabiliyoruz. Yüzüne bakamıyorum, çünkü çekiniyorum. Adınıda bilmiyorum onun. Dediğim gibi bu aşk değil. Aşıkmıyım eminde değilim. Ama ona karşı bir birşey var bende. Sempatik bir bayan. Yüzü güzel, gülüşü çok tatlı. Belkide sevgilisi var ama napim bana güzel geliyor. Uzunca saçları var. Ne çok uzun ne de ok kısa. Balık etliden biraz zayıf denilebilecek bir vücudu var. Benden 5-10 santim kısa gibi. Koluma takıp gezdirsem yakışacak cinsten.

Samimi bir ses tonu var bence. Açıkcası sesini hiç duymadım şimdiye kadar. Sesi güzeldir bence. Sabahları durakta bazen cep telefonu ile mesajlaşıyor. Sevgiliside olabilir. Sbahın erken saatinden bir insan sevgilisi dışında kiminle mesajlaşabilir? Bu şekilde hoş birisinin sevgilisinin olmaması anormal olsa gerek. İlerleyen zamanalarda sevgili olmamız şuanda imkansız gibi birşey. Sempatik bir yapısı var, belkide bana öyle geliyor. Ciddi birisi, o kadarda ciddi değil ama öyle görünüyor. Cazibeli, çekici. Beni en çok etkileyen hali ise gözünün sağda solda olmaması. Hani birisi vardır, o erkeğe bakar, onun hakkında yorum yapar, bunun hakkında birşeyler söyler. Kısaca dedikoducu, boş boş konuşanlar. Bence o onlardan değil. Tamamen bambaşka birisi. Bu konuda onu tebrik ediyorum. Az çok insanları tanıyorsan anlattığım şekilde birisi.

Değişik bir yapısı var. Aynı duraktan otobüse bindiğimize göre ya aynı mahallede ya da yakın yerlede oturuyoruz. Eminimki evime onun evi en fazla yürüme 10 dakikadır. Bunu bilmiyorum ama sadece tahmin ediyorum. Gelse tanışmak istese "Hayır" demem. Adını dahi bilmediğim bu şahıs beni etkiledi desem yalanda olmaz. Birde bahar geldi dicem yanlış olcak. Yazdım silmeyeyim dedim. Yaz geldi, aşk mevsimi gibi işte. Herkes yazın birşeyler yapmak ister ya benimkide böyle geçici bir hevestir belki.

Birde en son yaşadığım ilişkiden sonra karşı cins ile sadece cinsel ihtiyaçlarımı gidermek, sevgilim olsun mantığı, eğlencesine vakit geçirmek düşüncesi ile sevgili bulacağım. Bu tarz kız oratalıkta çok var. Değerlendirmek lazım diye düşünüyorum. Her ay başkasının kucağında oturan kızlardan bahsediyorum. İşte kızlara karşı olan bu kinimi, bana yaşama imkanım olan mutlulukları yaşatmayanlar yüzünden bu şekilde diğer bütün kızlara acı çektirerek bedenimden çıkartacağım. Pek zevkli olmayacak ama son durum bu şekilde. Sen ne düşünürsün bilmem okuyucu. Sen ne dersen de bu hergün otobüs durağında gördüğüm kız ile dahi böyle birşey yapabilirim.

Aslında ben böyle birisi değildim ama yaptılar!

Belkine bütün bu söylediklerimi, beni üzen yaşayamadıklarımı unuturum. Hergün otobüs durağında gördüğüm o bayanın sevgilisi olmadığını öğrenirim. O da benimle tanışmak ister ve bir ilişki başlar. O sever ben severim. Aramızda seviyeli, saygılı ve bol sevgili bir ilişki başlar. İşte o zaman benim için o dünyanın en değerli insanı olur. Tamam neyse bu kadar hayal yeter. Hadi iyi geceler. Şimdi kardeşim çağırdı. Balkonda bir bardak çay içeceğim ve ardan yatacağım.

Yarın geç kalmamam gerekiyor otobüs durağına....

5 Haziran 2009 Cuma

I Love English

Çalıştığım yerde “ben işten çıkmak istiyorum. Bu işyeri bana göre değil, kendim geliştiremiyorum. İlerde daha iyi bir kariyer sahibi olmak istiyorum” demiştim. Nerden dedim lan ben bunu.

Bizim on numara bir patron var. Aslında bu lafı dediğim içinde pek pişman değilim. Neşeli keyifli dakikalar yaşıyoruz bu sayede. Patrondan bahsedecektim. On numara bir insan. Bazen takılıyor bana. “Bery ne oldu senin bu kariyer işleri. (bok gibi para götürüyoruz şirkette, şirket büyüdükçe büyüyor sen başka yerde kariyer düşünüyosun)” diyor bir nevi. Parantez içindeki cümleleri ben yazdım. Bence öyle düşünüyor. Haklı.

Böyle boşluktayım blogcum. Sevgili okurum… Bir flash animasyonda izlemiştim. İmam şöyle diyo “Yaz geldi yine avratlar cıvıl cıvıl dolaşiy”. Harbiden öyle. Herkes dolaşıyo.

İngilizceyi adım gibi iyi bilmem gerekiyor. Bunun için bir çalışma başlattık ben kuzenim ve bir arkadaşımız. 3 kişiyiz toplam. Elebaşları benim. Şimdiye kadar edindiğim bilgilere göre kelime ezberlemek HERŞEY. Yeni bir dil öğrenmek istiyorsanız en çok kelime ezberlemelisiniz. Cümle kurmayı çok iyi bil. Su isticeksin mesela “water” diyemezsen susuzluktan geberirisin bana. O sırada cümle yapısının hiçbir değeri kalmıyor.

Dil ile söylediklerimi yabanı dili olan ya da öğrenme çabasında olan insanlar anlar. Ey insanlar sizde öğrenin İngilizceyi. Bana kalsa öğrenebildiğiniz kadar yabancı dil öğrenin. 25 yaşındaki ofisimizde yeni işe başlayan bayan dahi İngilizce, Rusça, Çince, Türkçe biliyor. Hatta Çince ve Rusçayı İngilizceden daha iyi bildiğiniz söylüyor . vala ben söylenene değil duyduğuma inanırım bu konuda. İki kelime Çince bir şeyler söyle diyoruz. Yok.. söylemiyo. “Böyle kendi kendime neden konuşayım” diyo. Lan gerizekalı Çince bilsek konuşurduk senle dimi? Birde biz diyoz ki buna “bizimle İngilizce konuş ki geliştirelim İngilizcemizi” bu da demesin mi bize “ siz de benimle Türkçe konuşun bende Türkçe mi geliştireyim.” La zaten konuşabiliyosun daha neyini geliştirecen. Biz adam akıllı konuşamıyoruz bile…yazmada sorun yokta konuşurken zorluk var.

Bugün de ofise Moldovalı bir tır şöförü geldi. Adam Romanya dan geliyor. İngiliz ebilmiyo ve sadece Rusça konuşuyor. Bize gelmedi, bizim yan komşuya gelmiş. Adamlarıda orda bulamayınca adamcağaz bizim zile bastı geldi. Ben konuşmaya başladım ama yemedi. Dediğim gibi İngilizce bilmiyomuş. Bizim bu moruk teyzemiş(iş yeni başlayan bayan) konuştu biraz. Bende o sırada patrona söyledim. “bak kimler gelmiş efenim teee Romanyalardan..” o da biliyor zaten Rusçayı. Adama yazık… 2 saat bekledi bizim ofiste firma sahipleride gelmedi. Sonradan başka bir adres aldıkta onun için oraya gönderdik.

3 Haziran 2009 Çarşamba

Eşşeği Bilir Misiniz Eşşeği?

Köyün birisinde köy ağası sürekli şehir şehir dolaşırmış. Çok gezip duruyormuş. Gezilerden her geldiğinde bütün köylü çevresine toplanıp ağaya sorarmış.

- Ağam gittiğin yerlerde neler gördün? Hele anlatta bizde bilelim, öğrenelim.

Ağa da her defasında hemen ballandıra ballandıra anlatmaya başlarmış. Günlerden bir gün bu köyün ağası Afrika'ya gitmiş. Orayı bir güzel gezmiş gelmiş. Yine her zaman ki gibi bütün köylü çevresine toplamış ve yine sormuş.

- Ağam gittiğin yerlerde neler gördün? Hele anlatta bizde bilelim, öğrenelim.

Ağa hemen başlamış anlatmaya...

K:Köylü
A:Ağa

K: Ne görmişsen agam gittiğin yirlerde?
A: Zebra görmişem.
K: Agam zebra nedir ki?
A: Eşşeği bilir misiniz eşşeği?
K: He agam bilirik.
A: İşte eşşeğin böle siyah beyaz çizgili halidir zebra.
K: Hmm agam anlamışam. Başka ne görmişsen?
A: Fil görmişem.
K: Agam fil nedir ki?
A: Eşşeği bilir misiniz eşşeği?
K: He agam bilirik.
A: İşte eşşeğin şişman, böyük kuyruklu, böyük ve uzun burunlu olanıdır fil.
K: Hmm agam anlamışam. Başka ne görmişsen?
A: Züfara görmişem.
K: Agam zürafa nedir ki?
A: Eşşeği bilir misiniz eşşeği?
K: He agam bilirik.
A: İşte eşşeğin kocaman ayaklı, uuupuzun boyunlu olanıdır zürafa.
K: Hmm agam anlamışam. Başka ne görmişsen?
A: Kobra yılanı görmişem.
K: Agam kobra yılanı nedir ki?
A: Eşşeği bilir misiniz eşşeği?
K: He agam bilirik.
A: İşte s*kinin 12 metre uzunluğunda, 3 metre kalınlığında olanıdır.

29 Mayıs 2009 Cuma

Çocukluğundan Birkaç Kare

Sanırım 6 yaşındaydım. Emin değilim ama okula başlamadığım kesindi. Başka şehirde, arabaların egzoz dumanlarını soluyarak yaşamak zorunda kalan akrabalarım olduğunu o yaşımda biliyordum.

Hatta o akrabalarım zaman zaman bizim şehrimize gelip bizi ziyaret ederlerdi. Dedem öldüğünde mesela. O zaman çok insan gelmişti evimize. Küçük gecekondu evimizde adım atacak yer kalmamıştı. Sanırım dedem yazın ölmüştü yani havalar sıcaktı ve herkes dışarıda duruyordu. Kadınların hepsi evin içene doluşmuş bir şeyler okuyordu. Ben ise dışarıda tanımadığım insan kalabalığını görmekten sıkılmış olmalıyım ki o zamanlar evin içine girmeye karar verdim. Attım kendimi kalabalık bir odaya. Aslında gitmek istediğim yere gittim yine orası kalabalıktı zaten.

Gecekondu küçük evimiz bahçeli ve güzel bir evdir. Çevresindeki yeşillik arazi dümdüz değil de biraz yamaç gibi meyilliydi. Evimiz hemen yolun kenarındaki kocaman çam ağacının dibindeydi. Evimizin çatısına çam ağacından düşen tırtırlarla oynardık. Çok severdim onlarla oynamayı. Trenin vagonları gibi ardı ardına dizilerek yolun ortasında giderlerdi. Evimizde bir dedemle babaannemin uyuduğu oda, bir annemle babamın yattığı oda, bir tane oturma odası var bir tanede salon vardı. Kardeşlerim ve ben hep salonda yatardık. Annem “Ömer gel buraya oğlum” dediğinde sabahları hemen yanına koşar ve doyasıya öperdim yanaklarından. Onu gerçekten çok seviyorum. Biricik annem benim. Beni hiç bırakma olur mu?

Kardeşlerimde annemi çok seviyor annemde onları. Bizim ailemizde kıskanma yok. Kırılma, gücenme, alınma yok. Çok mutluyuz böyle. Gerçekten bak. Sende gelsen, görsen evimizi, yaşadıklarımızı, komşumuz Hatice yengenin insana olan sıcakkanlılığını görür ve inanırsın. Gerçi her ne kadar bahçesine kaçan toplar için bize bağırsa da çok iyi kalpli birisi o. Aslında biliyor musun, biz onun bahçesine kaçan topları o evden çıkmadan hemen bahçesine girip alıp kaçıyoruz. Bazen kızıyor ama ne yapalım. Seviyorduk maç yapmayı, sabahtan akşama kadar. Seviyorduk işte mahalle maçalarında yenemediğimiz takım kalana kadar top oynamayı. Sonrada terli terli cebimizdeki 3-5 kuruş ile aldığımız serinlemek için yediğimiz meybuzları. Seviyorum onları.

Evimizin önündeki çeşmeden arkadaşlarla hep su içerdik. Annem bize mutfağın penceresinden bağırırdı. “Ertunç, ömer, hakan!! Gidin başka yerde su için bakim. Su faturasını siz ödemiyorsunuz. Bu ay ne kadar fatura geldi haberiniz varmı?” diye her zaman uyarırdı bizi. Biz yine yılmadan usanmadan içerdik. Bazen evimizin bahçesindeki içine 4 kişinin zor sığacağı küçük havuzumuzu tulumbadan akan suyla doldurur sefa yapardık. Evet bu havuz sefasını sonra anlatacağım size. Söz veriyorum bak.

Havuz sefasını anlatacağım birde ben küçükken yaptığım şeyler anlatırım belki. Ama sen bu söylediklerimden hiç kimseye bahsetme olur mu? Mesela Hatice yengenin bahçesine kaçan topları ondan habersiz bahçesine girip aldığımızı sakın söyleme. Bu sefer eve girmez topumuzu kaçırmamızı bekler ve Allah korusun keser topumuzu :(

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Ne Yapsam Ki?

Gökyüzündeki yıldızlar kadar yalnız, onlar kadar parlak, onlar kadar bir görünüp bir yok oluyorum son günlerde. Gökyüzündeki milyonlarca yıldızlardan sadece birisi gibi dünyada yalnız ve kimsesiz hissediyorum kendimi.

Bazen çok hüzünleniyorum. Birden aklıma farklı bir ülkede, farklı bir iklimde, farklı bir dili kunuşan birileri geliyor. Onlar anlayabilirler mi beni acaba? Kendi dünyamdakiler beni anlamamışken onlar nasıl anlasınlar ki? Amann. Boşver, benim ki de hayal işte. Ordaki kişi beni nerden bilsinde derdime çare olsun. Tamam tamam kabul ediyorum saçmalamaya başladım.

Sayfalar dolusu yazmak istiyorum ama kelimelere dökemiyorm içimdeki ızdırabı, acıyı, kederi, üzüntüyü.. Kelimeler yetmiyor derdimi anlatmaya bazen bende kalbimde söylüyorum şiirlerimi. Sadece kalbim duyuyor sesimi, o su serpiyor yanan yüreğime.

Gözyaşlarım sel oldu yine değişmedi hiçbirşey. Herşey yerli yerinde ağlamadan önce bıraktığm gibi duruyordu. Gökkuşağının renklerine baktım bana hayat versin diye. Gökkuşağının dibindeki bi küp altın olduğunu söyleden çocukluğumdaki amcalar gibi bende yaşan söyledim kendime. Hayat çok renkli ve güzel dedim. Sonunda çok değerli şeylere sahip olacaksın, o kadar mutlu olacaksın ki yerinde duramayacaksın, gerçekten yürekten sevdiğin kişilerle karşılaşıp sadece onun gözlerinin içine bakarak sevgidiğini anlatacaksın, o da seni sevecek, asrımızın sevgilileri gibi sexe dayalı bir sevgi olmayacak hiçbir zaman yüreğinde, kalbim saflıklar denizinde yüzecek daima.. Bunların bir kısmı gerçek oldu ama bir kısmı hâlâ yapım aşamasında sanırım.

Rüyalarda hayaller kurmaya başladım. Hatta kıçım açık kaldığı için abuk sabuk rüyalar görmeye başladım. Halbuki ben pek rüya görmem ki? Neden ne için görüyordum onca değersiz şeyi. Neden beynim meşguldü onlarla? Farklılaşıyorum evet farkındayım. Nasıl oluyo kendimde bilmiyorum ama oluyor işte.

*Temayı değiştirsem mi? Blogumu takip eden 77 kişi. Hiç yorum yazmıyorsunuz bari buna cevap verinde bir fikir sahibi olayım.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Eveeet Bir Filmin Daha Sonuna Geldik

Eveet, sevgili seyirciler. Bery yönetmenine ait güzel bir filmin daha sonuna geldik. Eminim ki hiç biriniz bitmesini istemeyeceksiniz ya da iyi ki bitiyor hiç çekilmiyor yazıları felan diyeceksiniz.

Ben bu söylenenlerin sadece "bitmesini istemediğiniz" kısmını alıyor ve onunla tatmin olmayı düşünüyorum. En azından kendimi tatmin eder, üzülmemiş olur, "demek ki harbiden yazılarım sevilyormuş" derim. Herneyse şimdi konumuz bu değil sevgili seyirciler. Bir filmin sonuna geldik dedik. Hangi film bu? Evet bu filmin adı "Kurs".

Kurs filmi benim hayatımın en farklı evrelerimi geçirdiğim bir film oldu açıkcası. Ya da hayata yeni başlayan bir genç olarak yaşama gereken en güzel şeyleri yaşadım bu filmde. İnsanın şu kriz döneminde hayal ettiği en iyi işten dahi iyi bir işim oldu. Gerçi şimdilerde ayrılmayı düşünüyorum o ayrı mesele. Kurs filmi başladı biraz yeni arkadaşlıklar oldu. Şu da var, şimdi bir ortamda arkadaş buldunuz ve iyi arkadaş oldunuz diyelim. Sadece o kişi ile o ortamda buluşuyor ve görüşüyorsanız o arkadaşlıktan hayır gelmez.Hayır gelmesinden kastım ise şu; o ortam dışında buluşmazsınız, istediğiniz zaman cepten hemen bi mesaj atıp buluşmaya, gezmeye gitmezsiniz. Bu yani.

Çok güzel bir sevgilim oldu. Evet ben sevdim o sevmedi beni öyle ya da böyle mükemmel denilecek derecede bir ay sevgili, aşk böceği modunda kaldım. Evet sevgili seyirciler sesleri duyar gibiyim. Doğru arkadaki teyzecim, Dobi'den bahsediyorum. İyi kızdı. En azından benim için. Onunla çıkmaya başladığımda da iyi bir işe girdim. Genç olmama rağmen iyi bir maaş ve imkanlarım vardı. Hâlâ da var. Devam ediyor ama en kısa sürede bitecek.

Kendimi geliştirme aşamasında baya bi fazla yol katettim. Kurs filminde ingilizce öğrenmek için ıkındım durdum. Sonuç? Negatif sevgili seyirciler. Şunun farkına vardım. Bir dil bilmek, kültür bilmektir. Türkiye'de kaç tane ingiliz ingilizce dersi veriyor. İngiltereye gitme hayali oluştu bende. Hatta bu yaz dahi gitmeyi düşünmedim değil. Önümüzdeki yaz gitmek istiyorum. Herşeyimi ona göre ayarlayacım. Çünkü bu yaz farklı planlarım var. Antalya'ya gideceğim üniversiteden 3 arkadaşımla beraber. Benle birlikte toplam 4 kişi olcaz bol bol eğlencez.

Sonraa.. Yurtdışından gelen müşteriler ile biraz ingilizce konuşarak anlaştım, bu benim için baya bir iyi oldu. Okulu bitirdiğimden beri babamdan beş kuruş para almadım desem yeridir. Benim bazı arkadaşlarım var, adam nerdeyse 30 yaşına girecek hâlâ babasına muhtaç. Yani babadan hazır yemeye alışmış bir defa bırakmıyor. Bu kötü bir durum. Allahtan ben öyle değilim. Aksine ben babama para veriyorum bazen. Yalan söylemeye gerek yok aslında babama değilde Mersinde okuyan kardeşime gönderiyorum parayı.

Her film eblet bir gün bitecek. Bizimde filmlerimiz sona erecek bir gün. Geçen 29 mart seçim günü babaannem vefat etmişti. Geçen pazar günüde babaannemin en genç kardeşi vefat etti. Yaşını tam olarak bilmiyorum ama sanırım 50-55 arasında birşeydi. İkisi içinde bol bol dua edin sevgili seyirciler. Sizden sadece bunu istiyor, benim filmlerimde deyer almanızı tavsiye ediyor, iyi seyirler diliyorum efenim. Hepinizi seviyorum.

* Yazıdaki resimi yazı resimli olsun diye koydum. Acı gerçek şu ki onuda çok aradım.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Bunaldım

Sevgili günlük. İstanbuldan çok sıkıldım artık. Sıkılmamın nedenin çocukluğumdan beri bu şehirde yaşamamamdır beklide. Beklide sevmem istemememdir.

Alıp başımı çekip gidesim geliyo son günlerde. Ne yapcam bilmiyorum. Çok bunalıyorum. İşten de ayrılacağım zaten. İşten ayrılacağıma üzülmüyorum, aksine seviniyorum. Âşık olduğum işimi daha iyi şekilde yapma fırsatı bulcam.

Kendimi çok yalnız hissediyorum. Yalnız değilim, sen varsın blogum ama seninle sahilde gezilmiyo ki :s seninle sinemaya, cafeye, sağa dola gezmeye gidilmiyo. Seninde desteğin yardımın bi yere kadar. İşten çıkcam ya, istediğim zaman istediğimi yapabilecek konumda olacağım ama gel gör ki yapacaklarımı genelde tek yapmak zorunda kalacağım. Gülhaneye gidip kuş ve doğa sesini dinlerken sigara içmek, eminönünde şehrin gürültüsü ile birlikte denizdeki dalga seslerini dinlemek, denizi doyasıya seyretmek..

Yalnızlık zor zanaat. Hakikaten öyle. Bi sevgilim olsun istiyorum ama inan istanbulda kız arkadaşım dahi yok. Yani liseden felan varda görüşmüyoruz bile. 40 yılda bir msnde anca iki kelime konuşuyoruz o da karın doyurmuyo. Yanlış anlama, karnım acıktı. Hemde çok acıktı. Sadece beni ben olduğum için, gönülden, her zaman sevecek bir sevgilim olmasını isterim. Kısaca sevgiye açım blogum.

3 gün sonra belki yazdıklarımı okuduğumda çok saçma salak şeyler yazdım diye kendimle alay etcem ama napim olmuyo böyle. İstanbulda adam akıllı arkadaş çevrem yok. Olanlarda akrabalardan, kuzenim, amcamın oğlu felan filan. Bunlarda öğrenci modunda inekler zaten. Olmuyo yani. Benim gibi boş adamlar bulmam lazım sanırım benim.

Bi iş yapıp kendi paramla aldığım, gözüm gibi baktığım cep telefonumun kapağı çatladı. Masaüstü bilgisayarımın olduğu masanın üstünden yere düştü ve tekerlekli sandalyenin bi ayağına çarptı çatladı. Lan telefon o kadar hırpalandı bişe olmadı, 3 santimlik yerden düştü ekranı çatladı sordum 40-50 lira istiyolar. Kapak değilmiş o kasası değişmesi gerekiyomuş.

Kulaklığımda yoktu. Daha doğrusu vardıda cins bri şekilde bozuldu. Yeni kulaklık aldım, kasayı sonra değiştircem.

Sanırım bunaldım!