14 Aralık 2010 Salı

aylar önce başladı

aylar önce tanıştım onunla. ilk tanışmamız biraz garip olmuştu. değişik bir kişiliği vardı. çok güzel ya da çok çekici değildi ama ilgilendim onunla.

tanışmamızdan kısa bir süre sonra yollarımız ayrıldı. o kendi hayatına döndü bende kendi hayatıma. iki yabancı gibiydik. onu aklımdan çıkartamıyordum. her zaman onunla iletişim kurmanın yollarını aradım durdum. iletişim kurdum da. sonrasında yavaştan başladı muhabbetimiz. o bir şeyler anlatıyor ben ise dinliyordum. o saatlerce konuşsa dinleyebilirdim. bıkmadan, sıkılmadan... çok güzel konuşması vardı. marjinal ve bir o kadar da tatlı bir dili vardı.

zaman ve sohbetimi ilerledikçe o bana özel hayatından bahsetmeye başladı.

anlatamicam daha fazla. kusura bakmayın bu yazıyı pek okumayan sevgili ziyaretçilerim :/

7 Kasım 2010 Pazar

bugün

"'bugün hiçbir şey olmadı.' demek istemezdim ama öyle oldu. Bende farklı şeylerden bahsedeceğim şimdi sana rıza. Kongreden bahsetmek istiyorum. Ne yapıyoruz? Ne olacak? Nasıl olacak? Neler değişip neler sabit kalacak?

Bu sorulara kendimce cevap vereceğim. Öyle olacak işte. Kongreye dahil olmam tamamen şans diyebilirim ve bir sonra ki kongreye de katılmak istiyorum. Evet bu kadar net. Tabii daha iyi bir ingilizce bilgisi ile katılmam benim faydama.

M’in çağrısı ile bu kongrede yer aldım. Herkes çok iyi. İşini iyi yapmanın peşinde. Her ne kadar kongrenin en eğlenceli ilk günlerinde workshoplara felan katılamasam da sonrası da kötü değildi. Herkes bir şeylerin peşinde burada. Kimisi badges'inde ne yazdığının kimisi de kendi egosunun. Toplu halde yapılan işlerin içerisine birisinin egosu girdi mi o iş boka sarar. Bok gibi olur sonunda olay. Şarap içmicem. Cumartesi günü hayvanlar gibi kusmama neden olduğu için az önce bir yudum alıp dolaba geri koydum. Kalanı da ya m’e veririm ya başkasına ya da dökerim.

Ego olayı gerçekten çok sinirimi bozuyor. Olmamalı kesinlikle! Olursa olmaz... Egoyu geçtim yaka kartının üzerinde ne yazdığının ne önemi var ki? Sonuçta bu kongre içerisindesin. Az önce (yaklaşık bir saat önce bu) partiden gelip kocaman iki çay makinesine su doldurmak benim görevim miydi? Hayır değildi. Kendimi övmek için söylemiyorum bunu. Kongrenin asıl konusu olan "xxx" nin daha etkili olması gerektiğini vurgulamak için söylüyorum. Benim işim x ama ben gidip su dolduruyorum. Ben yapmasan o yapmasa bu işi bakan danışmanı x bey mi yapacak? Tamam o yaptı diyelim her zaman böyle mi olacak? Adam bakan danışmanı olduğu halde o işleri yapıyorsa sen ne yapıyorsun lan? Hani nerede xxx teması? Sen neden masanın üstünü temizlemiyorsun? Neden işin varken gidip eğlenmek, kafa dağıtmak istiyorsun?

Bunlar senin değil aslında seni yönetenin suçları. Her neyse fazla derinlere girmeyeyim. Çok kötü şeyler olabilir.

Kendine iyi bak rıza. Ne kadar az şey biliyorsan o kadar iyisindir demektir. Sadece kendi işini en iyi şekilde yap kâfi."

5 Kasım 2010 Cuma

gülünce gözlerinin içi gülüyor

"Gülünce gözlerinin içi gülüyor, kendimi senden alamıyorum diye şarkılar söyleyesim geldi bu gece. Biraz kırmızı şarap için kafa olduktan sonra dilimden dökülen şeyler bunlar.

Bu arada çakır modunda klavyeye hiç bakmadan yazıyorum bu konuda başarılı kabul ediyorum kendimi. Gelirken yolda onu gördüm, tek başına yürüyordu. Arkasından e ve mk gidiyordu. O zaten burada kalıyor, geriye döner ama diğerlerini bilmiyorum. Şuanda dışarıda güzel bir hayat var onlara katılmayı düşünüyorum. Oda arkadaşım robert'de kim bilir kaçıncı rüyasını görüyordur. Garibim gündüz çalışır gece uyur. Gazeteci olmak o kadar kolay değil. Diğer oda arkadaşımla 1 hafta sonra tanışmam da ayrı bir olay. Adamla bir haftadır aynı oda da yaşıyoruz 1 hafta üstüne tanışabildim onunla. Gece geç saatlere kadar çalıştığım ve geç uyuduğum için bu durumu normal karşılıyorum.

Misafirhane de bugün ilk şarabımı içtim. Genelde vodka, miller ya da efes extra içerdim. Şarap hiç içmezdim ama karar verdim, şarap o kadar da kötü değilmiş. İyiymiş hatta. Her defasında erkeğin açılmasını bekleyen kızlardan nefret etmişimdir. Abi madem hoşlanıyorsun ya da seviyorsun, söyle lan! Adamı hasta etme. Belki erkek o kadar cesaretli değil. Neden hep biz erkekler açılıyoruz ilk önce. Ya da sadece bu bende böyle. Yani ben açılıyorum. Belki de diğer erkeklere kızlardan teklif geliyor. Orasını bilemem.

Kafam güzel biraz. Az önce dışarıda su satmaya çalışan birisinin sesini duydum. Sanırım aşk onu gördüğün anda konuşamamandır. Lal olman ve hiçbir şey söyleyememendir aşk. Bu gece öylece geçti gitti yolda. Sadece iyi geceler diyebildim ona. O da iyi geceler dedi o kadar. Yalnız başına ne işi vardı oralarda. Ben olabilirdim yanında mesela.

İçki içtiğimi biliyor mu bilmiyorum ama duyunca benden hoşlanmayı bırakacaktır belki. Belki de ne olursan ol yine gel sevdim ben seni deyip bağrına basacaktır. İnsan gerçekten sevdiği ve âşık olduğu kişi üzerinden cinsel hayaller kuramıyor. Bu bir gerçek bana göre. Öyle olmalı en azından.

bütün gece seni düşündüm
sense acımasız baktın bana
oysa ki gönüllerimiz bir olsa
mutlu olsa ömür boyunca"

4 Kasım 2010 Perşembe

eski

Onunla ne zamandır aynı havayı soluyorduk. Onu fark ettiğimde “neden bu kadar geç kaldım?” diye kendime sordum.

Neden geç kalmıştım ki? Asıl soru bu muydu? Gereksiz yoğunluk içerisinde boğulurken onu fark etmemek büyük bir aptallık olsa gerek. Sessizce geçip giderken onun yanından, yüreğimin parçalanmasının ve birazcık sızlamasının da anlamı neydi?

Başıboş insanlar yapacak çok şey bulurken ben neden yapacak başka şey bulamıyorum da onu düşünüyorum her zaman? Hayır, tahmin bile edemezsiniz duygularımın samimiyetini, haşmetini ve içimde ki tutkuyu. Aşk değil bu. (belki de henüz değil)

Eski bir şarkı çalıyor plaktan, hemen götürüyor beni o eski günlere. Geç kalmışlığın acısı vuruyor gözlerime, gözlerim yanıyor. Öyle bir yanma oluşuyor ki göz pınarlarım acıdan yaş döküyor. İlk damla düşünce yanağımdan, ıslanmış, ıssız ve soğuk sokağın yollarına kendimden geçiyorum adeta. Bambaşka birisi olup isyan ediyorum yaşadıklarıma. Yaşadıklarım cevap veriyor “suç sende!” diye. Haklı olduğunu bildiğim için yaşadıklarıma cevap veremiyor, susuyorum.

Gidip ona her şeyi söylemek istiyor içimde ki şeytan. Şeytana mı uymalıydım yoksa onun hoşlandığı insanla arasının iyice samimi olması için dua mı etmeliydim? Neden anlatırlar ki sevdikleri insanları bir başkalarına. Bazen anlam veremem bu duruma.

Her neyse baş ağrısı oldukça fazla bu akşam bende. Çok saçmaladım sanırım.

2 Kasım 2010 Salı

sayko oyunu

"Kongre boyunca en geç uyandığım günlerden birisi bugün. Saat 2ye doğru uyandım ve direk hazırlanıp yemeğe gittim. Onu da kaçırsaydım akşam yemeğine kadar aç dolanacaktım ortalıkta.

Değişik bir oyun oynadık bugün. Bilmediğim bir oyundu. Oyunu öğrenmem iyi oldu. Çok zevkli bir oyun. Bilenler bildiği gibi ebe olanlar (bilmeyenler) da bilmediği için oyunu çözmeye çalışıyordu. Değişik bir oyun. Oyuna başladık. İlk başlarda alışmaya çalıştım tabii. Bilmediğim için karıştırdığım da oldu ama toparladık. Sorun çıkmadı pek. Oyuna sonradan dâhil oldu. Oyun bitmeden m gelip "yaka kartı lazım abcde, yapar mısın?" dedi ve bende durum acil olduğunda dolayı oyuna ara vermek durumunda kaldım. Bu da kötü bir durum zaten. Geri döndüğümde hiç kimse yerinde değildi. Oyun bitmiş, herkes dağılmıştı. Yaklaşık 13-15 kişi felan vardı.

Herkes dağılmıştı. B ekibinin workshop'u için toplanmış onu seyretmek için hazırlanıyorlardı. Her neyse ben aslında daha farklı şeyler söyleyecektim ama tamamen güncel konulara değindim.

Oyun sonrasında anladığım kadarıyla; sevgilisi yok, hoşlandığı birisi var, saçları kızıl (kapalı kendisi). Bu bilgiler şimdilik iyi. Hatta yanlış hatırlamıyorsam oyunda sorulan "hoşlandığın kişinin adı nedir?" sorusuna "abcde" diye cevap verdi. Ama oyunda zaten dört tane abcde vardı. Hangisi olabilirdi ki? Ben olamazdım belki de. Her şey böyle işte. Devam ediyor. Günlük gülistanlık. Şimdi odamda ben bu satırları yazarken o da dışarıda takılıyor, ekibinden arkadaşlarıyla eğleniyor. Bazen kıskanıyorum onu da kulak arkası etmemek gerek.

"seven kıskanır" sözüne de gönülden katıldığımı söylemek istiyorum sayın seyirciler. Espri anlayışım olmadığı için kendimi mal gibi hissediyorum. Ne de olsa kızlar kendisini güldüren erkeklerden hoşlanır, öyle değil mi rıza?

Az önce odamın penceresinden bir daha baktım da göremedim kendisini. Ya yurduna gitmiştir ya da benim göremediğim bir mevkiden devam eden workshop'u izliyordur tahminimce."

29 Ekim 2010 Cuma

yeni bir sayfa açmak

Şuanda ki duruma “yeni bir sayfa açmak” mı denir yoksa “tükürdüğünü yalayarak yola devam etmek” mi denir bilemedim.

Böyle, bir şeyler oluyor insanın içerisinde. Hiç kimseye anlatamadığı saçmalıklar birikiyor zamanla. Daha sonra bu birikenleri bir yerler boşaltmak ve yeni birikintiler oluşturmak istiyor. Bazen birikintiyi içerisinden çıkartmadığı için başı çok ağrıyor. Şuanda benim başım çok ağrıyor. Biraz birikinti var içeride onları boşaltmam ve yeni saçmalıklarla doldurmam lazım içeriyi.

Anlatılacak, söylenecek o kadar çok şey var ki hangisinden başlasam bilemiyorum. Yazmadığım 2 ay boyunca çok değişik ortamlar gördüm, birçok farklı insanlar tanıdım, hayallerim değişti, yaşadığım şehir değişti, bazı fikirlerim değişti. Kısaca birçok şey oldu bu geçen iki ayda. Ben o iki aydan yine bahsetmeye cesaret edemiyorum. Neden bilmiyorum ama o birikintiyi içimden atmak ve başkalarının içini doldurmak istemiyorum. Ya da korkuyor da olabilirim, içimde ki birikintilerden insanlar rahatsız olacak diye.

Değişik tarzda filmler yapasım var. Sinema severlerin hoşuna gidecek bir şeyler. Ne yapsam bilmiyorum. En kısa yoldan söyleyeyim: kararsızım. Ne yapsam, ne etsem bilemiyorum. Bana akıl verin :/ Bir şeyler söyleyin. Ne söylemek istiyorsanız artık.

Bu arada blogun tasarımını değiştirdim. Görüşlerinizi yorum olarak alabilirim. Arka planda ki resim çok hoşuma gitti. Siz neler düşünüyorsunuz?

22 Ekim 2010 Cuma

insan özlüyor

insan özlüyor ister istemez :/

6 Temmuz 2010 Salı

kepenkleri indiriyoruz efenim

bu sefer gerçekten indiriyoruz. şakası yok. hiçbir geri dönüş olmayacak! fazla lafı uzatmayacağım. kendinize iyi bakın. bu son cümle.

3 Haziran 2010 Perşembe

başlıksız - 1

Öyle ya da böyle başlıyor bu hayat. İstesen de istemeden de dünyaya gelmiş oluyorsun. Bir “memleketim” dediğim bölgede doğup çocukluğunu yaşamaya başlıyorsun. Başka şehirleri kendine o kadar çok uzak görüyorsun ki sanki sonu gelmeyen bir yoldan geliyor aile dostların senin memleketine.

Haliyle ilk kendini bilmeye başladığın yerleri çok seviyorsun. Gidecek başka bir yerin yok çünkü. Her şeyinle oraya ait hissetmeye başlıyorsun kendini. Aynı zaman da büyümeye de devam ediyorsun. Çocukluk anıların her geçen gün artmaya başlıyor. Bir gün kendi mahallende sokak maçı yaparken diğer hafta bir bakmışsın ki mahalle takımında sahaya çıkıp top peşinde koşuyorsun. Futbolu seviyorsun. Sürekli kavga edip, ertesi gün can ciğer olduğun çocukluk arkadaşını seviyorsun. Oynadığın top bahçesine kaçtı diye sana kızan Fadime teyzeyi seviyorsun. Gazoz kapaklarıyla oynadığın oyunları seviyorsun. Zamanında oynadığın tasolarını çok seviyorsun. Hatta hiç unutamadığın ufak tefek anıların oluyor.

Zamanla büyüdüğün şehrin yeni yerlerini keşfediyorsun. Baban yanında çalıştırmak için seni götürdüğü zaman anlıyorsun doğup büyüdüğün şehrin büyüklüğü. İşte o zaman kavramaya başlıyorsun yavaş yavaş baz şeyleri. İşte o anda kafanda farklı bir “memleket” portresi oluşmaya başlıyor. Kendini iyice kaptırıyorsun o portreye. Resimde ki her renk sana bir şey anlatmaya başlıyor gün geçtikçe. Sen yaşadıkça acı-tatlı bazı olayları renkleniyor o tablo. Seviniyorsun belki arasıra, bazen de hüzünlenip bir köşede sessizce ağlıyorsun kimse duymasın diye. “ölsem de kurtulsam” diyorsun belki zaman zaman.

Babanın seni alıp gezdirmesi ve yaşının da zamanla ilerlemesi seni çocuk olmaktan çıkarmaya başlıyor. Sen farklı yerler, farklı insanlar, değişik hayatlar görmeye başlayınca anlıyorsun kendi hayatının kıymetini. Ailenin kıymetini. Onları aslında ne kadar çok sevdiğini. Kardeşinin düşüp bir yerini incitmesine dahi tahammül edemez hale geliyorsun. Çünkü çok seviyorsun. Baban annene tokat atıp dövmesin istiyorsun. Hiç görmedin belki bunu ama olmasını da istemiyorsun. Gerçek hayatta, televizyonda izlediğin çizgi filmler de ki gibi her şeyin mutlu sonla bitmediğini anlıyorsun. İşte o zaman daha fazla üzüntü hissediyorsun yüreğinin, o saf yüreğinin derinliklerinde. “Bir şeyler yapsam da değiştirsem şu dünyayı” diye düşünmeye başlıyorsun o gençlik zamanlarında. Arkadaşlarını görüyorsun. Zamanla tanınmaz hale gelmelerine, daha dün aynı sokakta, aynı takımda top peşinde koştuklarını unutmalarına ve seninle zamanında aynı saflıkta ki yüreklerinin değişmesine duyarsız kalamıyorsun.

İçin çok acıyor. Çünkü sen bunları hak edecek bir şey yapmadığını düşünüyorsun. Arkadaşlarının bazıları sigara içmeye başlıyor. Daha dün evinin kapısının önündeki musluktan aynı zamanda su içtiğiniz geliyor aklına. Onunla içtiğimiz tek ortak şey “sadece suymuş” diyorsun. “Nasıl böyle oldu?” diye soruyorsun kendine ve asla tam bir cevap alamıyorsun. Kendi kendini yemektense onlarla ilişkilerini kesmek istiyorsun ama olmuyor. Bir diğerinin de kendisini daha o genç yaşta alkole alıştırdığını görüyorsun. “Biz küçükken böyle miydik? Büyüyünce böyle olacağız dedik?”. Boşuna sormayı bırakacaksın bunları kendine. Anlamayacaksın hiçbir zaman onları. Zaman içerisinde ukde kalacak olaylar olacak bunların hepsi. Belki de senin hayatında da..

1 Haziran 2010 Salı

onun adına sevindim

blogumu sürekli okuyanlar bilir. bilmeyenler için de ben kısaca bahsedeyim. dobi lakaplı bir sevgilim vardı benim eskiden. eskiden diyorum çünkü üzerinden 1 seneden fazla zaman geçti. 2009 şubat ayında yaşandı bitti olay.

her neyse ondan bahsetmicem. bu kızın babasının böbreklerinde sorn vardı. söylemiştim yanlış hatırlamıyorsam bu durumu. kızın tek isteği de evlenip çocuk sahibi olmak yani babasını bir torun sahibi yapmak ve babasının sağlığının düzelmesiydi. becerip evlenemedi ama babasının sağlık sorunu düzeldi. nasıl düzeldiğini tam olarak bilmiyorum. beraber olduğumuz zamanlarda diyalize felan girip çıkıyordu adam. sanırım haftada iki defa giriyordu.

geçenlerde msnden yazdım, hal hatır sordum. "babanın sağlığı nasıl?" diye sorduğumda da "şükür. şuanda çok iyi. yeni ameliyat oldu. böbrek nakli yaptık(yanlış hatırlaıyorsam böyleydi). çok mutluyum" demişti. bende sevindim onun adına. babası çalışamıyordu. evin bütün yükü kız ve annedeydi bu durum biraz daha iyi oldu. her şeyin başı sağlıkmış onu anladım bu kız sayesinde. babasının sağlığı düzeldiğine göre kendisine güzel bir koca bulması lazım şimdi. o konuda da acıyorum ona. işi zor...

bende öyle bir durum yok. çalıştığım zamanlar dahi kendi kazandığımı kendim yiyordum. kötü bir maaşım da yoktu hani. babamın benim parama ihtiyacı olsaydı daha ilk maaşımdan itibaren el koyardı parama :p öyle bir durum olmadığı içinde mutluyum.

tamamdır. bu kadar mutluluk mesajı yeter. set hazırlan. yeni bir sahne...

30 Mayıs 2010 Pazar

yeniden merhaba


yeniden merhaba sevgili sinema severler. kafama göre takılmaya devam edeceğim. dayanamadım... yazacak bir yerler aradım, kendime uygun bir yer bulamadım. en sonun da karar verdim. bu blogda yazmaya devam edeceğim. isteyen okur, isteyen yorumlar, isteyen takip etmez, isteyen takip eder... tamamen size kalmış bir durum.

bu arada söylemek istediğim birkaç şey var. daha önceden friendfeed'e üyeydim. oradan da üyeliğimi silmiştim. şimdi yeniden bir üyelik açtım orada. bu adresteyim. beni takip edebilirsiniz. aynı zamanda twitterdan da takip edebilirsiniz. twitter adresim de burası.

sosyal medya ve blogumdan takip etmeye devam edebilirsiniz. teşekkürler.

20 Şubat 2010 Cumartesi

Bery was here (son yazı)

Merhaba sevgili seyirciler. Yeni ve son yazı ile tekrar size merhaba diyoruz fakat bundan sonra bir daha hiç "merhaba" diyemeyeceğiz. Çünkü bu son programımız...

Bir seneyi aşkın bir süredir blog yazıyorum. Sizlerde sağolun bu yazıları okuyor ve yorumluyordunuz. Son zamanlarda benim artan yoğunluğum sanırım blogumdaki yazıların okunma ve yorumlanma sayısını azalttı. Bu normal bir durum. Eğer ki yazar yazı yazmazsa okuyucu sürekli aynı yazıları mı okuyacak? Tabii ki hayır. Bu da sıkıcı olur zaten.

Herneyse lafı fazla uzatmak istemiyorum. Bu blogu kapatıyorum sevgili seyirciler. Emeği geçen herkese teşekkürler. Artık Bery diye birisi yok. Çünkü o öldü. Artık yok. Kimbilir başka zamanlarda başka şeylerle karşınıza çıkar. Orası hiç belli olmaz. Mesela ben bu son yazıyı yazıyorum ya eminim bunu dahi okumayacaklar, yorumlamayacaklar. Belki bazı kişiler yorumlar onlar hariç tabii.

Okuyucularıma Son Notum

Sizlerle her ne kadar sanal ortamda birbirlerimizin bloglarına yaptığımız yorumlar ile tanışmış olsak da, her ne kadar gerçek hayatta yüzümüzü dahi görmemiş olsak da sizleri sevdim. Seviyorum. İyi insanlarsınız. Blog yazmak, birşeyler paylaşmak çok güzel. Ben senelerce bunu yaptım. Sakın ola ki benim gibi blogunuzu kapatmayın. Sanırım ben biraz maymun iştahlı bir insanım. Belli bir zaman sonra bazı şeylerden sıkılıyorum. Şuanda bu bloga yazı yazmaktan da sıkıldım. Şimdiye kadar bunun gibi birçok site kapattım. Ama bu son olacak. Bir daha hiç yazmayacağım.

Eğer ki farkında olmadan kalbinizi felan kırdıysam özür dilerim.(dua edin kafanızı kırmadım :p ) Hakkınızı helal edin. Ben helal ediyorum. Gerçi şuanda da saçmalıyor olabilirim belki. Herneyse...

Kıraç - Gidiyorum şarkısını dinleyin efenim. Dinledikçe beni hatırlarsınız artık :) Söylecek başka birşey kalmadı sanırım. Kalın sağlıcakla...

3 Şubat 2010 Çarşamba

Bu gece gördüm

Son zamanlarda farkındasınız ki pek fazla birşeyler paylaşamıyorum. Şimdide aklıma gelen gülünç, dramatik bazı olaylarımı anlatacağım.

Dün gece değişik bir rüya gördüm. Ne zamandır görmediğim insanı rüyamda gördüm. Üniversite zamanımda deliler gibi sevdiğim o kızı gördüm. İlginç bir şekilde gördüm. Rüya şu şekilde. Böyle sınıf gibi bir yerdeyiz. Tahminimce bu sınıf benim İzmir'deki ilk okuluma felan benziyor. Benziyor değil o sanırım. Bende kendi sıramda tek başıma oturuyorum. O ise benim iki sıra arkamda oturuyor. En arkadaydı o bende onun 2 sıra önünde. Hayal edin işte. Daha sonra ne olduysa bu bi arka sırama daha sonra da yanıma geldi. Dersteyiz ama nasıl dersteyiz? Benim sıramda bisküviler felan var. Böyle kola felan. Ben gem ders dinliyor hemde birşeyler yiyorum. Aynı zamanda oturduğum sıra da duvar tarafında. Ben duvara yaslanıyorum yani. Ben duvara yaslanıp oturuken o geldi yanıma oturdu. Bende hiç islifimi bozmadan oturuyorum öyle. Gayet ciddi bir tavırla tahta da yazanları defterime not ediyorum.

Daha sonra masada oluşan fazla çöperi kola bardaklarını felan atmak için yüz ifadem ile izin isteyim çöpleri atmaya gidiyorum. (Şuanda tenefüsteyiz. Nasıl oluyorsa.(Rüya da bile gülümsemesin de ki tatlılık kendisini belli ediyor.)

Her ne hikmet ise benim üniversite sınavına hazırlandığım dergiler çıkıyor ortaya. Bana biraz kızıyor. (daha önceden bana sormuş 'dergileri çalışıyor musun? ordaki soruları çözüyor musun?' diye). Bir dergiyi açıp fizik konusunda çözmediğim bir soruyu gözüme sokarcasına gösteriyor bana. Bende soruyu zaten bildiğimi ve o tarz soruyu defalarza çözdüğümü söylüyorum. 'olsun bir daha çöz. ne olacak sanki?' diyor.

Daha sonra da öyle devam ederken annem gelip uyandırıyor işte. Böyle birşey. Rüyamın başrol oyuncusu ise Gebze'de oturuyor. Bir defa gitmiştim oraya o da bu tarafa gelmişti. Uzun zamanlarda görüşemiyoruz. Şuanda ki modumuz arkadaşlık. Ben zamanında bütün sevgilim ona göstermiş ve derdimi anlatmıştım. Karşılıksız çıktı benim sevgim. Öyle kaldı da kaldı işte.

Zaten şimdi de gelse bana "seni seviyorum" dese kabul etmem sanırım...