Haziran ayında sıcak bir günde dünyaya geldiğimi söylüyor annem. Yaz mevsimini de çok seviyorum ben. Çünkü yazın kar yağmıyo ondan sıcacık oluyo bende üşümüyorum.
Çocukken kardeşlerimin tamamını ve hatta beni leyleklerin getirdiğine, bazen de beni leylekler geitmemiş de bi sepet içerisinde annem pazardan almış zannederdim. Halbuki bu yaşıma kadar boş şeylere inanmış durmuşum. Her zaman doğruları öğrenmek ve ilerde einstein gibi zeki olabilmek, güzel bişe icat edip dünyadaki bütün insanların beynine adımı kazıtmak, ilk okullarda çoluk çocuğa öğretilen ders kitapları içerisinde yer almak ve onların beni öğrenmelerini sağlayacak işler peşinde koşmak istiyordum.
Her şeyden önce nasıl doğduğumu dahi bilemezken ben nasıl olurda bişe icat edebilirim ki. O kadarda yaşlı olmamasın rağmen annemin bitkin bir vaziyette görünüşünün nedenini şimdi daha iyi anlayabiliyordum. Demek ki onu bu hale getiren, evin içerisinde fazlalık yapmaktan başka bir işe yaramayan, birbirleri ile didişen, ağlayan, gülen, sevinen, şımaran bizdik. Babam kafasına göre takılıyordu. İstediği zaman istediğini yapıyordu. Ona bana göre “ekmek elden su gölden” deyimi ile örtüşüyordu. Nede olsa o çalışmasa dahi, annem sabahın köründen evden çıkıp gün boyu tarlada ekinlerle uğraşarak gerekli işleri yapıyor, üstelik bunlarda yetmiyormuş gibi akşama eve gelincede yemek, çocuk çocuk derdi ile uğraşıyordu. Bazen annemi bir melek zannediyorum. Ancak bir melek bu kadar güzel ve sabırlı olabilirdi bana göre.
Ne zaman, nasıl dünyaya geldiğimi kendi kendime sorgulamaya başladım. Kafaya koymuştum bi kere, en azından bişe icat edecektim ama ilk önce nasıl dünyaya geldiğimi öğrenmem lazımdı. Birgün akşam ailecek otururken usulca anneme doğru yanaştım ve bir korku içerisinde anneme sordum. Tabi sormadan önce bu konuda annemin ne diyeceğini bilmediğim ve hiç tahmin edemediğim için korkuyordum. “Anne.. Sana bişe sorcam ama kızmican. Tamam mı? Ben nasıl dünyaya geldim?” Annem hiç bişe demedi. Yani kızmadı. Buna sevinmiştim. Hemen başladı anlatmaya..
“Sende bu köyde doğdun çocuğum. Zamanında ölen 3 kardeşin gibi değildin sen. Hatta kardeşlerinin arasında en şanslısı sendin. Çocukları anneler doğurur. Yani önceden görmüşsündür belki, bizim ineğin yavrusu olur ya, onun gibi işte. İnsanlarda öyledir. O ineğin yavrusunu karnında taşıdığı gibi bende seni bir süre karnımda taşıdım. Sonrada doğdun ve dünyaya geldin. Ölen o 3 kardeşinden daha şanslıydın ki yaz mevsiminde doğdun. Onlar ocak, kasım, şubat aylarına denk gelmişlerdi. O zamanlarda köyde her zaman kar diz boyu olur. Yol yok, iz yok.. nasıl gitcen şehirede, doğum yapcan… öyle yolda ölü doğanda oldu, doğup soğuktan donanda.. işte böyle benim biricik oğlum”
Annemin dediği her şeyi çok iyi anladım fakat beynimde sürekli yankılanan ve ilk defa öğrendiğim ölen 3 kardeşimin nasıl öldükleriydi. Annem ömer ismini çok seviyomuş. Ölen 3 kardeşimin adınıda ömer koymak istemiş ama olmamış. Sıra bana gelincede benim adımı ömer koymuş.
Bugün benim doğum günümmüş. Annem söyledi. Öyle içim buruk kendimce eğlendim ki bugün anlatamam. Hergün sabahtan akşama kadar top peşinde koştuğum arkadaşlarım dahi fark etmiş olmalılar ki durumu, sordular.
çok içten olmuş doğum hikayen :)doğumgünün kutlu olsun:D
YanıtlaSilaha 2. sazanda sensin babalık :) yaw bugün ya da haziranda deil benim doğum günüm. bu blogdaki her yazı içerisinde "ben" yokum..
YanıtlaSil