4 Kasım 2010 Perşembe

eski

Onunla ne zamandır aynı havayı soluyorduk. Onu fark ettiğimde “neden bu kadar geç kaldım?” diye kendime sordum.

Neden geç kalmıştım ki? Asıl soru bu muydu? Gereksiz yoğunluk içerisinde boğulurken onu fark etmemek büyük bir aptallık olsa gerek. Sessizce geçip giderken onun yanından, yüreğimin parçalanmasının ve birazcık sızlamasının da anlamı neydi?

Başıboş insanlar yapacak çok şey bulurken ben neden yapacak başka şey bulamıyorum da onu düşünüyorum her zaman? Hayır, tahmin bile edemezsiniz duygularımın samimiyetini, haşmetini ve içimde ki tutkuyu. Aşk değil bu. (belki de henüz değil)

Eski bir şarkı çalıyor plaktan, hemen götürüyor beni o eski günlere. Geç kalmışlığın acısı vuruyor gözlerime, gözlerim yanıyor. Öyle bir yanma oluşuyor ki göz pınarlarım acıdan yaş döküyor. İlk damla düşünce yanağımdan, ıslanmış, ıssız ve soğuk sokağın yollarına kendimden geçiyorum adeta. Bambaşka birisi olup isyan ediyorum yaşadıklarıma. Yaşadıklarım cevap veriyor “suç sende!” diye. Haklı olduğunu bildiğim için yaşadıklarıma cevap veremiyor, susuyorum.

Gidip ona her şeyi söylemek istiyor içimde ki şeytan. Şeytana mı uymalıydım yoksa onun hoşlandığı insanla arasının iyice samimi olması için dua mı etmeliydim? Neden anlatırlar ki sevdikleri insanları bir başkalarına. Bazen anlam veremem bu duruma.

Her neyse baş ağrısı oldukça fazla bu akşam bende. Çok saçmaladım sanırım.

1 yorum:

  1. Gidip söyle ona.Kaybedecek neyin varki ama belki yanıbaşında olur söylersen.Ben vazgeçme derim hiç birzaman geç değildir hayatta.Güzel bir gün diliyorum sana.

    YanıtlaSil