3 Haziran 2010 Perşembe

başlıksız - 1

Öyle ya da böyle başlıyor bu hayat. İstesen de istemeden de dünyaya gelmiş oluyorsun. Bir “memleketim” dediğim bölgede doğup çocukluğunu yaşamaya başlıyorsun. Başka şehirleri kendine o kadar çok uzak görüyorsun ki sanki sonu gelmeyen bir yoldan geliyor aile dostların senin memleketine.

Haliyle ilk kendini bilmeye başladığın yerleri çok seviyorsun. Gidecek başka bir yerin yok çünkü. Her şeyinle oraya ait hissetmeye başlıyorsun kendini. Aynı zaman da büyümeye de devam ediyorsun. Çocukluk anıların her geçen gün artmaya başlıyor. Bir gün kendi mahallende sokak maçı yaparken diğer hafta bir bakmışsın ki mahalle takımında sahaya çıkıp top peşinde koşuyorsun. Futbolu seviyorsun. Sürekli kavga edip, ertesi gün can ciğer olduğun çocukluk arkadaşını seviyorsun. Oynadığın top bahçesine kaçtı diye sana kızan Fadime teyzeyi seviyorsun. Gazoz kapaklarıyla oynadığın oyunları seviyorsun. Zamanında oynadığın tasolarını çok seviyorsun. Hatta hiç unutamadığın ufak tefek anıların oluyor.

Zamanla büyüdüğün şehrin yeni yerlerini keşfediyorsun. Baban yanında çalıştırmak için seni götürdüğü zaman anlıyorsun doğup büyüdüğün şehrin büyüklüğü. İşte o zaman kavramaya başlıyorsun yavaş yavaş baz şeyleri. İşte o anda kafanda farklı bir “memleket” portresi oluşmaya başlıyor. Kendini iyice kaptırıyorsun o portreye. Resimde ki her renk sana bir şey anlatmaya başlıyor gün geçtikçe. Sen yaşadıkça acı-tatlı bazı olayları renkleniyor o tablo. Seviniyorsun belki arasıra, bazen de hüzünlenip bir köşede sessizce ağlıyorsun kimse duymasın diye. “ölsem de kurtulsam” diyorsun belki zaman zaman.

Babanın seni alıp gezdirmesi ve yaşının da zamanla ilerlemesi seni çocuk olmaktan çıkarmaya başlıyor. Sen farklı yerler, farklı insanlar, değişik hayatlar görmeye başlayınca anlıyorsun kendi hayatının kıymetini. Ailenin kıymetini. Onları aslında ne kadar çok sevdiğini. Kardeşinin düşüp bir yerini incitmesine dahi tahammül edemez hale geliyorsun. Çünkü çok seviyorsun. Baban annene tokat atıp dövmesin istiyorsun. Hiç görmedin belki bunu ama olmasını da istemiyorsun. Gerçek hayatta, televizyonda izlediğin çizgi filmler de ki gibi her şeyin mutlu sonla bitmediğini anlıyorsun. İşte o zaman daha fazla üzüntü hissediyorsun yüreğinin, o saf yüreğinin derinliklerinde. “Bir şeyler yapsam da değiştirsem şu dünyayı” diye düşünmeye başlıyorsun o gençlik zamanlarında. Arkadaşlarını görüyorsun. Zamanla tanınmaz hale gelmelerine, daha dün aynı sokakta, aynı takımda top peşinde koştuklarını unutmalarına ve seninle zamanında aynı saflıkta ki yüreklerinin değişmesine duyarsız kalamıyorsun.

İçin çok acıyor. Çünkü sen bunları hak edecek bir şey yapmadığını düşünüyorsun. Arkadaşlarının bazıları sigara içmeye başlıyor. Daha dün evinin kapısının önündeki musluktan aynı zamanda su içtiğiniz geliyor aklına. Onunla içtiğimiz tek ortak şey “sadece suymuş” diyorsun. “Nasıl böyle oldu?” diye soruyorsun kendine ve asla tam bir cevap alamıyorsun. Kendi kendini yemektense onlarla ilişkilerini kesmek istiyorsun ama olmuyor. Bir diğerinin de kendisini daha o genç yaşta alkole alıştırdığını görüyorsun. “Biz küçükken böyle miydik? Büyüyünce böyle olacağız dedik?”. Boşuna sormayı bırakacaksın bunları kendine. Anlamayacaksın hiçbir zaman onları. Zaman içerisinde ukde kalacak olaylar olacak bunların hepsi. Belki de senin hayatında da..

1 yorum:

  1. Öyle valla. Hatta bırak onu kardeşlerin bile büyüyor. Bi bakıyosun dibinden ayrılmayan, abla abla diye tişörtünün eteğinden çeken çocuk, kocaman olmuş bazen seni bile geçmiş yaşadıklarıyla... Hayat işte.. Şaşırtmasa insanı bu kadar değerli olur muydu hiç ;)

    YanıtlaSil