31 Ağustos 2009 Pazartesi

Biricik aşkım

O olmadan yaşamanın anlamsız olduğunu düşünmeye başladım. Hatta ondan bir gün dahi uzak kaldığımda çok özlüyorum. Seviyorum onu ben.

Hemde çok seviyorum. Öyle böyle değil. O hayatıma girdiğinden beri çok farklı bir boyutta yaşamaya başladım. Sadece onu düşünüyor ve bana kazandırdıkları ile avunuyorum. Yokluğu ise hiç çekilmiyor. Onsuz olduğumda zaman geçmek bilmiyor. Ve çok sıkılıyorum. Beni birçok yere götürdü. Hiç gitmediğim yerleri gösterdi bana. Onun sayesinde birçok bilgi edindim, kendimi geliştirdim. Onunla tanışmadan önde yeşillik bir alanda ot gibiydim adeta. Beni o ot olmaktan çıkartıp meyve veren bir ağaç haline getirdi.

Bütün yaptıkları için ona minnettarım. Bazen ben yalnız bırakıyorum onu tek başına. Vefasızlık yapıyorum kendimce belki ama onunda bazen yalnız kalmaya ihtiyacı var değil mi? Sevdiğin birisinin başında durursan sürekli, sürekli didiklersen bazı şeyleri o da sıkılır sende. İşte bende bazen ayrılıyorum ondan. Sonra bir daha kavuşuyoruz birbirimize.

O beni hep sevmiştir. En azından ben öyle düşünüyorum. Onu iyi yönde değerlendiren benim. Hayatım boyunca benimle kalsın, hiç ayrılmasın benden istiyorum. Yanıbaşında değil tam karşımda gözlerimin içine baksın istiyorum.

Onu aslında çoğunu tanıyorsunuz. Hatta hepiniz tanıyorsunuz ama ben yinede söyliyeyim. Biricik aşkım "internet" i çok seviyorum. Hiç çıkmasın hayatımdan.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Artık bende friendfeed'deyim ve sosyalim

Evet. Dayanamayıp FriendFeed'e üye oldum. Gayet güzel oldu. Biraz sosyalleşme yolunda sağlam bir adım attığımı düşünüyorum.

FF2in ilk faydası burada bahsettiğim sorunumu çözmek oldu. Dikkatimi çekmişti blogumdaki yazılara son zamanlarda yorum gelmemesi. Demekki buymuş asıl neden. FF'de sağolsun bir arkadaş yardımcı oldu, çözdüm sorunu. Daha doğrusu o çözdü bana söyledi bende gerekli yerleri değiştirdim. Sorun kısaca şöyleydi: şuanda okuduğunuz bu yazının gölgeli, gözü yoran bir tarzda olduğunu düşünün. aynen öyleydi. Şimdi düzeldi. Okuyuyabilirsiniz okuyamadığınız yazıları :)

Sosyalleşmek güzel ama bazen sorunlar çıkartabiliyor. Ufak tefek sorunlar diyebilirim. Sorunlara girmicem uzadıkça uzar. Kuzenim aradığı zaman moralimi bozup duruyor. Konuşmicam bir daha bu çocukla dicem olmuyo. Nargileyede bununla ve birkaç arkadaşımla gidiyorum genelde. Gerçi o olmadığı zaman çok daha rahat ediyorum desem yalan olmaz.

Herneyse; karışık bir yazı olacak(değil oldu) bu. Psiklojik ya da hikaye tarzında değil. Sadece şuanda ki durumu belirten bir yazı. Bir önceki yazımda mimlendiğimden bahsetmiş ve mim yazısını yazmıştım. Semiş dediğim bi kız mimlemişti beni. Pek tanımıyorum ama dikkatimi çekti blogunu kapatmış. Yazık oldu bloguna. Blog kapatanları kınıyorum :/ Ben bu blogu hayatım boyunca kapatmayı düşünmüyorum mesela.

Bütün yazıları okursanız eğer daha iyi anlarsınız. Hayatımdan kısa kısa hiyaler halinde yazıyorum. Tabii her yazıda da "ben" yokum bunuda unutmayın. Bir nevi bu blog için "bery'in hayatını anlatan roman" gibi düşünebilirsiniz. Hayat bir film gibi değil mi zaten? Bende kendi rolüm gereği neler yaptığımı bu günlüğe yazıyorum. Burada önemli olan görevinin sınırlarını aşmadan adam akıllı görevini yapmak. Sizde öyle yapın. Eğer rolünüzü severseniz başarılı olursunuz. Bende "bery" rolünü oynamayı seviyorum ve başardığımada inanıyorum.

Kendiniz olun her zaman. Başkasına benzemek yerine başkası size benzesin daha iyi.. Aaa unutmadan friendfeed'deyim dedim de hesabımı vermedim. Beni buradan beni takip etmeye başlayabilirsiniz eğer bir ff hesabını var ise. Yok ise hemen üye olun.

23 Ağustos 2009 Pazar

Mim var elimde bir tane en tazesinden

Mim var elimde bir tane en tazesinden. Semiş göndermiş. Bende cevaplayayım. Severim mimleri. Bana gönderme yapıp haber verebilirsiniz. Kimisi sevmez. Blogunda mim yazıları yazmayanlarada saygı duyarım.

Kendi blogunun belli bir konusu vardır belki o konudan dışarı çıkmak istemez o nedenlede mim yazıları yazmaz. Benim öyle bir sorunum yok. Gönderim ağabeylerim, bacılarım, ablalarım, kardeşlerim. Ben cevaplarım her zaman. İşin suyunu çıkartıp günde 4-5 mim gelirse cevaplamam bilesiniz. Herşeyin bir sınırı var :)

Şimdi gelelim konuya. Konu şu ki kendi "en" lerinizi yazıyorsunuz. En sevdiğiniz yer felan filan. Yazının devamını okuyun işte. Anlattırmayın bana. Buyrun;
  • En sevdiğim yer: WC. Bildiğin kenef. Tuvalet yani. Neden mi? İnsanoğlunun kendisini en rahat hissettiği yer hiç süpheniz burası. İtirazı olan varsa tartışabilirim. Yediğinizi ve içtiğinizi çıkartamadığınızı bir düşünün? İşte o zaman sölediğime hak vereceksiniz.
  • En sevdiğim aksesuar: Aslında bu soru tam bir bayana sorulmalık. Ben cevap vereceğim. Çünkü en sevdiğim aksesuarı her zaman sol bileğime takıyorum. Bordo renkte bir bileklik. Ahım şahım bişe değil ama onu gerçekten seviyorum. O olmadığı zaman kendimi yarı çıplak hisseder hale geldim diyebilirim.
  • En sevdiğim TV programı: TV seyretmediğimi ve hatta nefret ettiğimi daha önceden yazmıştım bloguma. En büyük hedefim evimdeki televizyonu kaldırmaktı onuda başardım. Aslında ben değil TV kendi kendine bana yardım etti ve bozuldu. Tamire göndertmiyorum, ailecek seyretmiyoruz artık, mutluyuz. Size tavsiyem sizde bu aptal kutusundan kurtulun. Gazete okuyun ya da internetten takip edin gündemi.
  • En sevdiğim hayvan: Hayvanlarla aram pek yok. "Onu alıp besliyeyim, şunu alıp büyütetim" gibi bir istek belirmedi hiçbir zaman içimde. Ama bir sibirya kurdum olsun isterdim en yakışıklısından. Bir arkadaşımda vardı. Köpek sahibine çok bağlı. Kedi gibi yemek yediği tasa sıçmıyor en azından. Belkide ben yanlış biliyorum bu hayvanda sıçıyordur.
  • En sevdiğim içecek: Hmm. Soğuk bir içecek türü olan Miller. Ağrısız, dertsiz, kokusuz olmasının yanında içince insanda bazen tatlı bir duygu oluşmasına neden oluyor. Fırsat buldukça içerim. Özellikle Üsküdar'da Kız Kulesi'ne karşı mükemmel oluyor. Oraya ne zaman gitsem içmişimdir.
  • En sevdiğim tatlı: Tulumba tatlısına bayılırım. Tabii bayramlarda elde, evde yapılan baklavalara bayılırım birde. Aç karnına bir kilo tatlı yiyebilirim. Bu bünye ile tatlıyı en çok aç karnına yerim. Deneyin çok güzel oluyor.
  • En sevdiğim yemek: Klasik kuru fasülye ve pilav. Annem bir-iki haffa boyunca bu yemeği yapmadığı zaman gönderme yapar yapmasını isterim, ertesi gün akşam evde bu yemekler hazır olur. Bende afiyetle yerim.
  • En sevdiğim film: Titanik. Taaa ben İzmirde olduğum zamanlar okulda öğretmenimiz izletmişti bize. O zamandan beri bu filme aşığım resmen. Süper bir film çekmişler, tebrikler. Şuanda izle deseler yine bıkmadan ilk defa seyreder gibi izlerim. Seviyorum.
  • En sevdiğim bilgisayar programı: Şimdi bu soru bana göre biraz zor. Neden mi? Çünkü sevdiğim çok program var. Adını söylesem bilmezsiniz belki. Mesleğim gereği kullandığım programlar. İsimlerini söylesem "bu ne diyo lan?" gibi uzaylı moduna girebilirsiniz. O nedenle sizin anlayabileceğiniz dilde en sevdiğim programı söyliyeyim: Mozilla Firefox. Internet Explorer'dan nefret ediyorum.
  • En sevdiğim renk: Mavi. Sonsuzluğu simgeler benim için. Hatta odam şuanda masmavi. Biraz koyu mavi oldu ama alıştım. Ayrı bir dünya gibi görünüyor odam dışarıdan. "Gözlerin mavi olsa da sonsuzluğunun içinde kaybolup boğulsam."
  • En sevdiğim çizgi film kahramanı: Sürekli ısmanak yiyip Safinas'ı kurmaya giden Temel reisi seviyorum. "lan adamdaki kas'a bak. bende ne zaman olacak böyle kas" derdim. Gerçi o zamanlar kas değilde "güç" kelimesini kullanırdım heralde.
  • En sevdiğim yazar: Sürekli kitap okuyan birisi değilim. Pek yazarda tanımam. Elime geçen kitabı okurum. Ancak yinede ben birisinin adını vereyim. Orhan Veli.
Mim bu kadar. Başlarken bu kadar uzun olacağını hiç tahmin etmemiştim. Şimdi bana göre işin en zor kısmındayım. Başkalarını mimlemem gerekiyor. Önceden gelen mimleri gönderirken sevdiğim bloglar malesef mime kapalı olduğu için içimde patladı o göndermeler. O yüzden şimdi serbest bırakıyorum. Tek bir şartım var. Bu yazıya yorum yazıp, mimi sahiplenmek istiyorum gibisinden bilgilendirme vermek şartı ile herkes bu mime cevap verebilir. Hadi kolay gelsin.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Ben aslında daha duygusal birşeyler yazacaktım

Geçen akşam arkadaşımda oturmuş nargile keyfi yapıyordum. Konu döndü dolaştı organ nakline geldi. Öyle ki girmediğimiz konu kalmadı diyebilirim.

Organ nakli felan diyince benim aklıma direk dobinin babası geldi. Kızın babası böbrek hastasıydı. Evin tek kızı bu ve annesi ile beraber geçindiriyordu evi. Açıkcası o kadar iyi bir durumu yoktu ama iyi kızdı. Herneyse masada konuşurken arkadaşıma dobinin babasının aklıma geldiğini söyledim. O da ısrar etti onu arayıp babasının durumunu sor diye. Aynı zamanda da onunlada konuşmuş olursun dedi. Ben kabul etmedim. Daha sonra aramaya yeltemsemde telefon numarasının sildiğimin farkına vardım.

Pek umurumda değil ama bir arkadaş olarak babasını gerçekten merak ettim. Merak etmemin nedenide bir zamanlar babası ameliyat olacaktı. Ondan dolayı merak ediyorum. Eğer başarılı bir şekilde böbrek nakli yapıldıysa adamcağaz haftanın üç günü diyalize girmekten kurtulacaktı. Bu sabah kurstan başka bir kız arkadaşı aradım dobinin numarasını almak için ama o da telefonu açmayınca kaldı öylece. Bu arada aklıma gelmişken söyleyeyim dedim. Dobi sevgilisinden ayrılmış. Sevgilisi ile beraberlerken bir ara konuşmuştuk ve bu yaz için düğün felan olabilir demişti bende onda "daha herşey için erken. evlilik ciddi bir iştir. 50 defa düşün bir defa karar ver. düğün değilde aranızde söz, nişan gibi birşey yapabilirsiniz mesela" demiştim. Şimdi o bile kalmadı tamamen ayrılar. Dobiden yana şüphem yok, bulur hemen o eğlenecek birisini... Beni nasıl bulduysa?

Geçen sabah uyandığımda dudağımda uçuk çıktığını fark ettim. Neden oldu anlamadım. Yarın veya öbür güne hiç birşey kalmaz. Daha doğrusu uçukmu ne onu bile bilmiyorum. Dudaklarımd ailgili şimdiye kadar böyle sorunlar yaşadığımı hiç hatırlamam. Canımıda sıkıyor bu tarz süprizler. Aniden hasta olup komaya girmek gibi birşey bana göre böyle olaylar. O nedenle sevmiyorum. Bu yazıyı yazmadan yakşalım 30 dakika önce yengemle msnden konuştum. Yaklaşık kırk yaşına gelmiş bir amcam var ve yeni gitti askere. Yengem amcamla konuşmuş ve üzülmüş. Amcamın sedi soğukmuş, üzgünmüş. Yeni gitti henüz bende konuşmadım. Bu amcamıda severim. Şuandaki mesleğimi sevmemde ve iyi bir kariyer yapamda etkisi büyük olan birisi. Yurtdışı tecrübesi ve çok bilgisinin olmasıda beni etkileyen yönlerinden sadece bir tanesi. onun gibi üç dil bilmesemde işimde başarılıyım. Yalnız ingilizceyi öğreniyorum ya o bana yeter.

Bir arada iş yerinde patron demişti bana: "bery 3-4 tane dil bilmenin bir anlamı yok(bu arada kendini 3 dil biliyor) sadece ingilizceyi öğren, tam öğren yeterde artar sana". Aslında mantıklı. Fazla dil de göz çıkartmaz. Öğrenebildiğin kadar öğrenmeli.

Artık otobüs durağındaki kızı görmüyorum. Çünkü otobüsü kullanmıyorum işe giderken. Özledim keratayı. Tanışsaydım eminim ki sevgiliden ziyade iyi arkadaş olurduk. Kız kankalarımdan bir tanede istanbulda olurdu. Ankarada ve kocaelindekilerde iyiler hani. Onlarada lafım yok. Hatta Ankaradaki ekimde evleniyor. En değerli davetlilerden birisiyim geline göre. Kardeş gibiyim onunla. allah mesut etsin onu. Bir ömür boyu mutlu olur inşallah.

Ben aslında daha duygusal birşeyler yazacaktım bu akşam ama çorba oldu ortalık.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Love is illegal in this lonely, heartbreak town

Herşey sıradan, herşey normal gidiyor. Tek değişin düşüncelerim ve yüreğm. Sevgi denilen duygudan ve sade bir gülümsemeden ibaretim. Hiçbirşey umurumda değil desemde aslında umurumda. Hiçbirşeyi boşveremiyorum. Boşver diyemiyorum. Birilerini bazı şekillerde görünce imreniyorum bazen. Bazen de aşağıdaki gibi bir şarkı bütün benliğimi bir anda yok ediyor ve sadece hissediyorum. Sadece dinliyorum. Sizde dinleyin. Güzel şarkıdır.

Outside the gates of heaven
Oh, there lives a unicorn
I close my eyes to seven
Oh, this world is not my home
A broken heart in danger
And a pillow filled with tears
Oh, can you see the strangers?
In the pain and in the fears
Can you feel my heart?
Baby don't give up
Can you feel my love tonight?

In 100 years
Love is illegal
In 100 years from now
In 100 years
Love is illegal in this lonely, heartbreak town
In 100 years
Love is illegal
All your dreams will die
In 100 years
Love is illegal
And your hope will not survive

L.O.V.E.
Love is illegal in my heart
Hear my heart is beating
L.O.V.E.
Love is illegal in my heart
Hear my heart is beating

You're looking through a fire
Computers everywhere
Oh, you're a shotgun rider
Controllers here and there
And you read old loveletters
Drawning in the sea
Oh baby it doesn't matter
Oh you've lost all what you feel
Can you feel my heart?
Baby don't give up
Can you feel my love tonight

Video (youtube'a giremiyorsanız videoyuda göremezsiniz.)

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Çok mutluyum bugün

Çok mutluyum bugün. ÖSYM bir güzel yerleştirdi. Evet össye girenleri yerleştirdi bugün. Sabahın erken saatinden itibaren telefonum dahi susmadı.

Korkmayın daha girmedim össye. İlk girdiğimde de kazandım okudum bitirdim zaten. Bu sefer beni mutlu eden dayımınoğlumun ve amcaoğlumun össde güzel bölümler kazanmaları. En çok kuzenime(dayıoğlu) sevindim. Çocuk köperler gibi çalıştı 4 sene boyunca lisede. Aslında puanı kendi beklediğinden az gelmesine rağmen güzel bir inşaat mühendisliği kazandı. Onu canı gönülden tebrik ediyorum. İnanın sabahtan beri ağzım kulaklarıma vardı resmen. (buraya kadar olan kısım dün yani 12 ağustosda yazıldı. yazıyı tamamlayacaktım. kuzenimle dışarı çıkmak zorunda kaldığımdan yarım kaldı. aşağıdaki satılardan devam.)

Şimdi ise ofisteyim. Birazdan çıkıp eve gideceğim. Eve gidince biraz ders çalışmam gerekiyor. Senin kadar rahat olamıyorum malesef. İşten çıkacağım için kendimi huzurlu hissediyorum. Evimdeki internet bağlantısınıda kapattırmayı düşünüyorum. Bu ay sonunda bilgisayarsız ve internetsiz birisi olacağım belkide. Kardeşim şuanda kullandığım laptopumu götürecek mersine. Bende masaüstü pc yi kullanmamak için direneceğim ve bunu yeneceğim. Yapacağım bunu. Çünkü bilgisayardan uzak durmam gerekiyor.

Bugün çok güzel bir hava var dışarıda. Ofiste ise üşüyorum bazen. Patron klimayı açtırdığında kendimi kutuplarda hissediyorum. Bazende "üşüyorsan üstüne birşey giy" cümlesinede kıl oluyorum. Lan yazın ortasındayım. Sırf işyerinde üşümemek için uzun kollu gömlek ve ceket mi giyineyim. Bazen şakayla karışık atışsakta aramızda ciddi sorun felan yok. Hele ki diğer ortak ile aram çok iyi. Sever beni. Bende severim keratayı.

İngilizcem biraz gelişti sanırım. Artık böyle türkçe gibi konumuşuyorum bazen. Çok hoşuma gidiyor bu. Hani yeni doğan bir çocuk ilk adımlarını atmaya başlar ya, anne ve babasının yüreğini tatlı bir mutluk sarar ya aynı onun gibi bir his ingilizce konuşmak bana göre. Asıl konu ingilizce konuşmak değil. Türkçeden farklı bir dili konuşabilmek. Msnde ingilizce konuştuğum arkadaşlarımı annem gördüğünden dahi arka bölgelerimde havalanmalar hissediyorum. Annem hemen hazır cevabı yapıştırıyor. "şuna bak, türkçe de konuşmuyor artık msnde". Gerçi annem msn nedir pek bilmez. Bildiği tek şey benim onun aracılığıyla birçok kişi ile gevezelik yaptığım. birde msnimde o kadar online insanı görünce de etkileniyor bünyesi tabii ki.

Patron yani genel müdürümüzün oğluda istanbul üniversitesine yerleşmiş bunuda söyleyeyim dedim aklıma gelmişken. Çocuğun tercihleri gördüm, sadece 5 tercih yapmıştı. Hepside istanbul üniversitesinde. Zaten girebileceği yerlerde vardı ya neyse.

Kendinize dikkatli bakın canlarım.

7 Ağustos 2009 Cuma

Çok değişti herşey (biraz itiraf)

Neredeyse 10 gündür yokum ortalıkta. Yaz geldi geçiyor ben ise hâlâ bu yaza ait planlarımı gerçekleştiremedim. En basitinden Antalya'ya tatile gidemedim. Arkadaşlarım ekti.

Evet, arkadaşlarım ekti. 4 kişi beraber gidecektik ama 2 tanesi ekince diğeri ilede ben gitmedim o da gelmek istemedi. "Biz hep beraber gitme" düşüncesini besledik her zaman. Yap hep ya hiç olacaktı, hiç oldu. Gidemedik işte. Deliriyorum şuanda. Herşey hazır, para felanda sorun değil. Ama ne oluyor? İki kişi gelmiyor. Her neyse bu konudan bahsedipte sinir katsayımı yükseltmek istemiyorum.

Biraz değişiklikler oluyor Bery'in filminde (hayatında). Otobüs durağındaki hoş kız artık yok. Bende artık o otobüs durağına gitmek istemiyorum. İşe gitmek istemiyorum. Tatil yapmak istiyorum. Güzel bir kız arkadaşım olsun, bol bol gezelim-tozalım istiyorum. Bunların hepsini gerçekleştirebilecek kadar çok param olsun, hiç bitmesin istiyorum. Allah herkesi cennete göndersin burda günah işlesek dahi cahilliğimize versin istiyorum. Burdada istediğimiz gibi yaşamak ve ordada bu yaşamı devam ettirmek istiyorum. Her zaman sevdiğim insanların çevremde, yanımda olmasını istiyorum. Annemin ben işten geldiğimde akşam yemeğini zamanında hazırlamış olmasını istiyorum. Blogumun kapanmamasını istiyorum. Diğer bloglarıma gelen spam yorumlar yerine bol bol normal kullanıcı yorumlarının gelmesini istiyorum. Bu blogumda yazı yazmaktan daha çok yorum onaylamakla vakit harcamak istiyorum.

İstedikçe isteyesim geliyor, insanoğlu bu derler ya hani doymak bilmez. Bende öyleyim şuanda işte. Hayatımın dönüm noktasındayım diye tabir ediyorum bu sahnelerin çekildiği ve çekileceği zaman dilimini. Bir sene sonrası tamamen farklı olabilir o nedenle hiçbirşey net değil. Bir yanım ege bir yanım karadeniz benim. Heryanım ise buram buram türkiye kokuyor. Henry miller'ın bir kitabı olan Yengeç Dönencesi'ni aldım ve okumaya çalışıyorum. Bu kitabı ne zaman elime alıp okumak istesem uykum geliyor ve hiç saate bakmadan günün hangi saati olursa olsun uyukluyorum. Kitap kaba bir dille yazılmış.

Bir tane üniversite bitirdim. İkincisini okuyorum o da yetmedi. Şimdi üçüncüsü için kolları sıvamış bulunmaktayım. Bana dua edinde onunda hakkından gelip bitireyim. Çok büyük değilim korkmayın. Yaş olarak o kadar büyük değilim ama kalıbıma güveniyorum. Evlenme işinde de geciksemde umurumda değil. Şuandaki tek düşüncem "olsada olur olmasada". Eğer ki gönül eğlendirmek isteyen güzel bir bayan olursa bana ulaşsın ilgilenirim. Benim şuandaki amacımda bu zaten. Vakit öldürmek, beraber birşeyler yapmak.