29 Mayıs 2009 Cuma

Çocukluğundan Birkaç Kare

Sanırım 6 yaşındaydım. Emin değilim ama okula başlamadığım kesindi. Başka şehirde, arabaların egzoz dumanlarını soluyarak yaşamak zorunda kalan akrabalarım olduğunu o yaşımda biliyordum.

Hatta o akrabalarım zaman zaman bizim şehrimize gelip bizi ziyaret ederlerdi. Dedem öldüğünde mesela. O zaman çok insan gelmişti evimize. Küçük gecekondu evimizde adım atacak yer kalmamıştı. Sanırım dedem yazın ölmüştü yani havalar sıcaktı ve herkes dışarıda duruyordu. Kadınların hepsi evin içene doluşmuş bir şeyler okuyordu. Ben ise dışarıda tanımadığım insan kalabalığını görmekten sıkılmış olmalıyım ki o zamanlar evin içine girmeye karar verdim. Attım kendimi kalabalık bir odaya. Aslında gitmek istediğim yere gittim yine orası kalabalıktı zaten.

Gecekondu küçük evimiz bahçeli ve güzel bir evdir. Çevresindeki yeşillik arazi dümdüz değil de biraz yamaç gibi meyilliydi. Evimiz hemen yolun kenarındaki kocaman çam ağacının dibindeydi. Evimizin çatısına çam ağacından düşen tırtırlarla oynardık. Çok severdim onlarla oynamayı. Trenin vagonları gibi ardı ardına dizilerek yolun ortasında giderlerdi. Evimizde bir dedemle babaannemin uyuduğu oda, bir annemle babamın yattığı oda, bir tane oturma odası var bir tanede salon vardı. Kardeşlerim ve ben hep salonda yatardık. Annem “Ömer gel buraya oğlum” dediğinde sabahları hemen yanına koşar ve doyasıya öperdim yanaklarından. Onu gerçekten çok seviyorum. Biricik annem benim. Beni hiç bırakma olur mu?

Kardeşlerimde annemi çok seviyor annemde onları. Bizim ailemizde kıskanma yok. Kırılma, gücenme, alınma yok. Çok mutluyuz böyle. Gerçekten bak. Sende gelsen, görsen evimizi, yaşadıklarımızı, komşumuz Hatice yengenin insana olan sıcakkanlılığını görür ve inanırsın. Gerçi her ne kadar bahçesine kaçan toplar için bize bağırsa da çok iyi kalpli birisi o. Aslında biliyor musun, biz onun bahçesine kaçan topları o evden çıkmadan hemen bahçesine girip alıp kaçıyoruz. Bazen kızıyor ama ne yapalım. Seviyorduk maç yapmayı, sabahtan akşama kadar. Seviyorduk işte mahalle maçalarında yenemediğimiz takım kalana kadar top oynamayı. Sonrada terli terli cebimizdeki 3-5 kuruş ile aldığımız serinlemek için yediğimiz meybuzları. Seviyorum onları.

Evimizin önündeki çeşmeden arkadaşlarla hep su içerdik. Annem bize mutfağın penceresinden bağırırdı. “Ertunç, ömer, hakan!! Gidin başka yerde su için bakim. Su faturasını siz ödemiyorsunuz. Bu ay ne kadar fatura geldi haberiniz varmı?” diye her zaman uyarırdı bizi. Biz yine yılmadan usanmadan içerdik. Bazen evimizin bahçesindeki içine 4 kişinin zor sığacağı küçük havuzumuzu tulumbadan akan suyla doldurur sefa yapardık. Evet bu havuz sefasını sonra anlatacağım size. Söz veriyorum bak.

Havuz sefasını anlatacağım birde ben küçükken yaptığım şeyler anlatırım belki. Ama sen bu söylediklerimden hiç kimseye bahsetme olur mu? Mesela Hatice yengenin bahçesine kaçan topları ondan habersiz bahçesine girip aldığımızı sakın söyleme. Bu sefer eve girmez topumuzu kaçırmamızı bekler ve Allah korusun keser topumuzu :(

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Ne Yapsam Ki?

Gökyüzündeki yıldızlar kadar yalnız, onlar kadar parlak, onlar kadar bir görünüp bir yok oluyorum son günlerde. Gökyüzündeki milyonlarca yıldızlardan sadece birisi gibi dünyada yalnız ve kimsesiz hissediyorum kendimi.

Bazen çok hüzünleniyorum. Birden aklıma farklı bir ülkede, farklı bir iklimde, farklı bir dili kunuşan birileri geliyor. Onlar anlayabilirler mi beni acaba? Kendi dünyamdakiler beni anlamamışken onlar nasıl anlasınlar ki? Amann. Boşver, benim ki de hayal işte. Ordaki kişi beni nerden bilsinde derdime çare olsun. Tamam tamam kabul ediyorum saçmalamaya başladım.

Sayfalar dolusu yazmak istiyorum ama kelimelere dökemiyorm içimdeki ızdırabı, acıyı, kederi, üzüntüyü.. Kelimeler yetmiyor derdimi anlatmaya bazen bende kalbimde söylüyorum şiirlerimi. Sadece kalbim duyuyor sesimi, o su serpiyor yanan yüreğime.

Gözyaşlarım sel oldu yine değişmedi hiçbirşey. Herşey yerli yerinde ağlamadan önce bıraktığm gibi duruyordu. Gökkuşağının renklerine baktım bana hayat versin diye. Gökkuşağının dibindeki bi küp altın olduğunu söyleden çocukluğumdaki amcalar gibi bende yaşan söyledim kendime. Hayat çok renkli ve güzel dedim. Sonunda çok değerli şeylere sahip olacaksın, o kadar mutlu olacaksın ki yerinde duramayacaksın, gerçekten yürekten sevdiğin kişilerle karşılaşıp sadece onun gözlerinin içine bakarak sevgidiğini anlatacaksın, o da seni sevecek, asrımızın sevgilileri gibi sexe dayalı bir sevgi olmayacak hiçbir zaman yüreğinde, kalbim saflıklar denizinde yüzecek daima.. Bunların bir kısmı gerçek oldu ama bir kısmı hâlâ yapım aşamasında sanırım.

Rüyalarda hayaller kurmaya başladım. Hatta kıçım açık kaldığı için abuk sabuk rüyalar görmeye başladım. Halbuki ben pek rüya görmem ki? Neden ne için görüyordum onca değersiz şeyi. Neden beynim meşguldü onlarla? Farklılaşıyorum evet farkındayım. Nasıl oluyo kendimde bilmiyorum ama oluyor işte.

*Temayı değiştirsem mi? Blogumu takip eden 77 kişi. Hiç yorum yazmıyorsunuz bari buna cevap verinde bir fikir sahibi olayım.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Eveeet Bir Filmin Daha Sonuna Geldik

Eveet, sevgili seyirciler. Bery yönetmenine ait güzel bir filmin daha sonuna geldik. Eminim ki hiç biriniz bitmesini istemeyeceksiniz ya da iyi ki bitiyor hiç çekilmiyor yazıları felan diyeceksiniz.

Ben bu söylenenlerin sadece "bitmesini istemediğiniz" kısmını alıyor ve onunla tatmin olmayı düşünüyorum. En azından kendimi tatmin eder, üzülmemiş olur, "demek ki harbiden yazılarım sevilyormuş" derim. Herneyse şimdi konumuz bu değil sevgili seyirciler. Bir filmin sonuna geldik dedik. Hangi film bu? Evet bu filmin adı "Kurs".

Kurs filmi benim hayatımın en farklı evrelerimi geçirdiğim bir film oldu açıkcası. Ya da hayata yeni başlayan bir genç olarak yaşama gereken en güzel şeyleri yaşadım bu filmde. İnsanın şu kriz döneminde hayal ettiği en iyi işten dahi iyi bir işim oldu. Gerçi şimdilerde ayrılmayı düşünüyorum o ayrı mesele. Kurs filmi başladı biraz yeni arkadaşlıklar oldu. Şu da var, şimdi bir ortamda arkadaş buldunuz ve iyi arkadaş oldunuz diyelim. Sadece o kişi ile o ortamda buluşuyor ve görüşüyorsanız o arkadaşlıktan hayır gelmez.Hayır gelmesinden kastım ise şu; o ortam dışında buluşmazsınız, istediğiniz zaman cepten hemen bi mesaj atıp buluşmaya, gezmeye gitmezsiniz. Bu yani.

Çok güzel bir sevgilim oldu. Evet ben sevdim o sevmedi beni öyle ya da böyle mükemmel denilecek derecede bir ay sevgili, aşk böceği modunda kaldım. Evet sevgili seyirciler sesleri duyar gibiyim. Doğru arkadaki teyzecim, Dobi'den bahsediyorum. İyi kızdı. En azından benim için. Onunla çıkmaya başladığımda da iyi bir işe girdim. Genç olmama rağmen iyi bir maaş ve imkanlarım vardı. Hâlâ da var. Devam ediyor ama en kısa sürede bitecek.

Kendimi geliştirme aşamasında baya bi fazla yol katettim. Kurs filminde ingilizce öğrenmek için ıkındım durdum. Sonuç? Negatif sevgili seyirciler. Şunun farkına vardım. Bir dil bilmek, kültür bilmektir. Türkiye'de kaç tane ingiliz ingilizce dersi veriyor. İngiltereye gitme hayali oluştu bende. Hatta bu yaz dahi gitmeyi düşünmedim değil. Önümüzdeki yaz gitmek istiyorum. Herşeyimi ona göre ayarlayacım. Çünkü bu yaz farklı planlarım var. Antalya'ya gideceğim üniversiteden 3 arkadaşımla beraber. Benle birlikte toplam 4 kişi olcaz bol bol eğlencez.

Sonraa.. Yurtdışından gelen müşteriler ile biraz ingilizce konuşarak anlaştım, bu benim için baya bir iyi oldu. Okulu bitirdiğimden beri babamdan beş kuruş para almadım desem yeridir. Benim bazı arkadaşlarım var, adam nerdeyse 30 yaşına girecek hâlâ babasına muhtaç. Yani babadan hazır yemeye alışmış bir defa bırakmıyor. Bu kötü bir durum. Allahtan ben öyle değilim. Aksine ben babama para veriyorum bazen. Yalan söylemeye gerek yok aslında babama değilde Mersinde okuyan kardeşime gönderiyorum parayı.

Her film eblet bir gün bitecek. Bizimde filmlerimiz sona erecek bir gün. Geçen 29 mart seçim günü babaannem vefat etmişti. Geçen pazar günüde babaannemin en genç kardeşi vefat etti. Yaşını tam olarak bilmiyorum ama sanırım 50-55 arasında birşeydi. İkisi içinde bol bol dua edin sevgili seyirciler. Sizden sadece bunu istiyor, benim filmlerimde deyer almanızı tavsiye ediyor, iyi seyirler diliyorum efenim. Hepinizi seviyorum.

* Yazıdaki resimi yazı resimli olsun diye koydum. Acı gerçek şu ki onuda çok aradım.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Bunaldım

Sevgili günlük. İstanbuldan çok sıkıldım artık. Sıkılmamın nedenin çocukluğumdan beri bu şehirde yaşamamamdır beklide. Beklide sevmem istemememdir.

Alıp başımı çekip gidesim geliyo son günlerde. Ne yapcam bilmiyorum. Çok bunalıyorum. İşten de ayrılacağım zaten. İşten ayrılacağıma üzülmüyorum, aksine seviniyorum. Âşık olduğum işimi daha iyi şekilde yapma fırsatı bulcam.

Kendimi çok yalnız hissediyorum. Yalnız değilim, sen varsın blogum ama seninle sahilde gezilmiyo ki :s seninle sinemaya, cafeye, sağa dola gezmeye gidilmiyo. Seninde desteğin yardımın bi yere kadar. İşten çıkcam ya, istediğim zaman istediğimi yapabilecek konumda olacağım ama gel gör ki yapacaklarımı genelde tek yapmak zorunda kalacağım. Gülhaneye gidip kuş ve doğa sesini dinlerken sigara içmek, eminönünde şehrin gürültüsü ile birlikte denizdeki dalga seslerini dinlemek, denizi doyasıya seyretmek..

Yalnızlık zor zanaat. Hakikaten öyle. Bi sevgilim olsun istiyorum ama inan istanbulda kız arkadaşım dahi yok. Yani liseden felan varda görüşmüyoruz bile. 40 yılda bir msnde anca iki kelime konuşuyoruz o da karın doyurmuyo. Yanlış anlama, karnım acıktı. Hemde çok acıktı. Sadece beni ben olduğum için, gönülden, her zaman sevecek bir sevgilim olmasını isterim. Kısaca sevgiye açım blogum.

3 gün sonra belki yazdıklarımı okuduğumda çok saçma salak şeyler yazdım diye kendimle alay etcem ama napim olmuyo böyle. İstanbulda adam akıllı arkadaş çevrem yok. Olanlarda akrabalardan, kuzenim, amcamın oğlu felan filan. Bunlarda öğrenci modunda inekler zaten. Olmuyo yani. Benim gibi boş adamlar bulmam lazım sanırım benim.

Bi iş yapıp kendi paramla aldığım, gözüm gibi baktığım cep telefonumun kapağı çatladı. Masaüstü bilgisayarımın olduğu masanın üstünden yere düştü ve tekerlekli sandalyenin bi ayağına çarptı çatladı. Lan telefon o kadar hırpalandı bişe olmadı, 3 santimlik yerden düştü ekranı çatladı sordum 40-50 lira istiyolar. Kapak değilmiş o kasası değişmesi gerekiyomuş.

Kulaklığımda yoktu. Daha doğrusu vardıda cins bri şekilde bozuldu. Yeni kulaklık aldım, kasayı sonra değiştircem.

Sanırım bunaldım!

17 Mayıs 2009 Pazar

Kendi İşime Doğru

Sen de biliyorsun ey blog! Dobi ile ilişkimizde başladığı zamanlarda bir işe girmiştim. İş gayet güzel ve parası, olanakları felan iyi.

Ama gel gör ki ben ısınamadım işe. Mesela ben buradan Ankara ya gitcem diyelim. Bu iş beni Ankara’ya götürmek yerine olduğum yerde yürümeme neden oluyor diyebilirim. Benim hayallerim, düşüncelerim, yapmak istediklerim var ve bu iş benim bütün her şeyime engel oluyor. Resmen beni bir hiç yerine koyuyor ve “otur lan yerine! Sen koşamazsın. Olduğun yerde yürümen lazım” diyor.

Bende ne yaptım? Geçen gün patrona gittim. “ben işten ayrılmak istiyorum” dedim. Biraz felsefe (bana göre) yaptı. İstersen biraz daha düşün felan dedi. Bende zaten yeterince düşündüm. Anlayacağınız işten ayrılacağım sevgili okurlarım.

İşten çıkcam bu ay sonunda felan. Patrona eleman aramasını rica ettim. Alnımın akı ile girdiğim işten kendi isteğim ile çıkıyorum. Kendi işimi kurmaya başlayacağım artık. “Zoru hemen yaparım, imkânsız biraz zaman alır” sözü her zaman hoşuma gitmiştir. Bence bi insan istedikten sonra başaramayacağı hiçbir şeyi yoktur! Kendi çalışmalarım doğrultusunda bir şeyler yapacağım. Birde “inanmak başarmanın yarısıdır” derler. İnanıyorum ki olacak bir şeyler.

Bu aşamada Antalya’ya da gidebilirim belki. Orada üniversiteden bir arkadaşım var. Şuanda bir bilgisayar firması kurdu çalışıyor. Oraya gidip bir ev tutsam, onun ofiste onunla beraber çalışsam hiç fena olmaz. Zaten o da sağ olsun “sana kapım her zaman açık” diyor. Demek ki zamanında iyi izler bırakmışım ki üniversiteden sonra kaliteli arkadaşlarım oldu. Şehir dışına gitsem gitmek istediğim her şehirde açıkta kalmam. Yani beni 1-2 günlüğüne de olsa misafir edecek birileri var. Eyy sevgili dostlarım. Siz bu satırları belki okumuyorsunuz ama ben blogumu takip eden 75 kişiye haykırıyorum. Sizleri seviyorum!

Tabi senide sevgili okurum. Seni sevmicemde kimi sevcem lan ben. İçimi döktüğüm bu satırları sende sabırla okuyosun. Bıkmanda usanmadan. Teşekkürler sanada. Bana dua edin de işten çıktığıma pişman olmim. İstediğim konuma geleyim. Bok gibi para kazanayım. Siz söz veriyom ban bok gibi para kazanmaya başladığım zaman size bi yemek ısmarlarım :)

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Gezdim Geldim

Evet sevgili blog. Şuanda kafayı yemek üzereyim. Boşu boşuna bekliyorum şuanda. Bu satırları da beklediğim yerde yazıyorum.

Aman patron duymasın ama acayip bunaldım. İşyerinden 2 saat geç çıktık bugün. Aksina bok varmış gibide yarım saat erken geldik. Geç çıktık dedim ya şimdide bi otelde yurt dışından gelen bir müşteriyle görüşüyolar. Lan benim ne işim olur müşteriyle.. benide iş çıkışında aldılar tabi direk buraya getirdiler. Adamlar beni neden getirdi anlamadım. Boşu boşuna nerdeyse 45 dakikadır bekliyorum. Ve canıma tak etti yanımda taşıdığım işyerine ait olan bu laptopu açtım ve yazıyorum.

Yazdığım bu yazıyı da ilerleyen saatlerde evime gittiğimde yayınlamış olcam. Her neyse s.kilen g.tün davası olmazmış. Şuanda benim durumumda bundan farksız. Olan oldu canım bi daha şey etmeye ne gerek var ki.

Geçen Pazar günü yine şehir dışındaydım. Ama bu seferki gezim gerçekten güzel geçti ve baya faydalı oldu. Çanakkale’ye gittim. Babam, iki amcam, ben ve İstanbul’daki kankam.. gezi çok hoş ve güzeldi. Her zaman gitmek istiyordum ama bir türlü gidemiyordum. Bi defasında ben lise2 deyken okul götürcekti bizi nankörlük yaptılar götürmediler. O zamanlarda okulum adına bi yarışmada dereceye girmiştim. Götürcez dediler sonra iptal ettik dediler. İptal etmişlerdi ama sonradan ayarlayıp yine gitmişler. Ben kızdım yine ama olan olmuştu.

Bol bol video ve fotoğraf çektim. Her Türk evladının kesinlikle gitmesi gereken yerlerden birisi Çanakkale… Atalarımızın bizler için neleri feda ettiğini, nasıl feda ettiğini her şeyi öğreniyorsunuz. Şuanda “zaten biliyorum” deseniz dahi oraya gitmeden farkına varamıyorsunuz. Oradaki atmosfer o kadar farklı ki, çok etkileniyorsunuz ister istemez… İhtişamlı geçmişimizi daha dün gibi anlatıyor oradaki rehberler… Fazla söyleyecek bir şey bulamıyorum. “Anlatılmaz yaşanır” derler ya öyle bişe işte. Gidip görmeniz, o atmosferde nefes alıp vermeniz gerekiyor.

Benim en çok hoşuma giden yer Arıburnu Koyları oldu. Arıburnu Koylarının yan tarafında bulunan bir İngiliz mezarlığındaki manzara mükemmel. 1. Anafartalar ve 2. Anafartalar görünüyor. Aynı zamanda Conk Bayırıda görünüyor. 1. Anafartalar’ın olduğu yer mükemmel. Çanakkale’de o mükemmel sahilden ben başka hiçbir yerde görmedim. Hatta hayatım boyunca o kadar güzel bir yer görmedim desem yeri vardır. Öyle bir sahil İstanbul’da olsa eminim ki çoktan popüler bir yerleşim yeri olmuştu.

Maaşımın bir kısmını aldım bir kısmını hâlâ alamadım. Üstüne üstelik bu şekilde de sağda solda malca beklemekte koyuyo bana. İnan neden beklediğimi dahi bilmiyorum. Resmen malım ben ya. Şuanda 1 saati geçti beklediğim süre. Kafayı yemezsem iyidir. Bana dua edin de paramı alayım bari. Sonrada kendi işlerimi halledeyim. Bi tane daha manita bulayım. Sıkılmaya başladım artık. Birisi beni sevsin. Hem de çok sevsin. Bende onu sevim.

8 Mayıs 2009 Cuma

Doğum Günü

Haziran ayında sıcak bir günde dünyaya geldiğimi söylüyor annem. Yaz mevsimini de çok seviyorum ben. Çünkü yazın kar yağmıyo ondan sıcacık oluyo bende üşümüyorum.

Çocukken kardeşlerimin tamamını ve hatta beni leyleklerin getirdiğine, bazen de beni leylekler geitmemiş de bi sepet içerisinde annem pazardan almış zannederdim. Halbuki bu yaşıma kadar boş şeylere inanmış durmuşum. Her zaman doğruları öğrenmek ve ilerde einstein gibi zeki olabilmek, güzel bişe icat edip dünyadaki bütün insanların beynine adımı kazıtmak, ilk okullarda çoluk çocuğa öğretilen ders kitapları içerisinde yer almak ve onların beni öğrenmelerini sağlayacak işler peşinde koşmak istiyordum.

Her şeyden önce nasıl doğduğumu dahi bilemezken ben nasıl olurda bişe icat edebilirim ki. O kadarda yaşlı olmamasın rağmen annemin bitkin bir vaziyette görünüşünün nedenini şimdi daha iyi anlayabiliyordum. Demek ki onu bu hale getiren, evin içerisinde fazlalık yapmaktan başka bir işe yaramayan, birbirleri ile didişen, ağlayan, gülen, sevinen, şımaran bizdik. Babam kafasına göre takılıyordu. İstediği zaman istediğini yapıyordu. Ona bana göre “ekmek elden su gölden” deyimi ile örtüşüyordu. Nede olsa o çalışmasa dahi, annem sabahın köründen evden çıkıp gün boyu tarlada ekinlerle uğraşarak gerekli işleri yapıyor, üstelik bunlarda yetmiyormuş gibi akşama eve gelincede yemek, çocuk çocuk derdi ile uğraşıyordu. Bazen annemi bir melek zannediyorum. Ancak bir melek bu kadar güzel ve sabırlı olabilirdi bana göre.

Ne zaman, nasıl dünyaya geldiğimi kendi kendime sorgulamaya başladım. Kafaya koymuştum bi kere, en azından bişe icat edecektim ama ilk önce nasıl dünyaya geldiğimi öğrenmem lazımdı. Birgün akşam ailecek otururken usulca anneme doğru yanaştım ve bir korku içerisinde anneme sordum. Tabi sormadan önce bu konuda annemin ne diyeceğini bilmediğim ve hiç tahmin edemediğim için korkuyordum. “Anne.. Sana bişe sorcam ama kızmican. Tamam mı? Ben nasıl dünyaya geldim?” Annem hiç bişe demedi. Yani kızmadı. Buna sevinmiştim. Hemen başladı anlatmaya..

“Sende bu köyde doğdun çocuğum. Zamanında ölen 3 kardeşin gibi değildin sen. Hatta kardeşlerinin arasında en şanslısı sendin. Çocukları anneler doğurur. Yani önceden görmüşsündür belki, bizim ineğin yavrusu olur ya, onun gibi işte. İnsanlarda öyledir. O ineğin yavrusunu karnında taşıdığı gibi bende seni bir süre karnımda taşıdım. Sonrada doğdun ve dünyaya geldin. Ölen o 3 kardeşinden daha şanslıydın ki yaz mevsiminde doğdun. Onlar ocak, kasım, şubat aylarına denk gelmişlerdi. O zamanlarda köyde her zaman kar diz boyu olur. Yol yok, iz yok.. nasıl gitcen şehirede, doğum yapcan… öyle yolda ölü doğanda oldu, doğup soğuktan donanda.. işte böyle benim biricik oğlum”

Annemin dediği her şeyi çok iyi anladım fakat beynimde sürekli yankılanan ve ilk defa öğrendiğim ölen 3 kardeşimin nasıl öldükleriydi. Annem ömer ismini çok seviyomuş. Ölen 3 kardeşimin adınıda ömer koymak istemiş ama olmamış. Sıra bana gelincede benim adımı ömer koymuş.

Bugün benim doğum günümmüş. Annem söyledi. Öyle içim buruk kendimce eğlendim ki bugün anlatamam. Hergün sabahtan akşama kadar top peşinde koştuğum arkadaşlarım dahi fark etmiş olmalılar ki durumu, sordular.

7 Mayıs 2009 Perşembe

anlamsız

güneşin doğuşuyla yeşeren ay çiçeği misali hayallerim gün içerisinde güneşle beraber oldu. nedense her defasında kafamı güneşe doğru çevirdim, ondan yaşamak için enerji almak istedim ama olmadı. o beni her zaman en zararlı yönü olan ateşiyle yaktı kavurdu.

kelimeler anlamsız, şiirler kafiyesiz, hayat içi boş bir kavanoz gibi oldu. ne olduğunu anlayamadım hiçbir zaman. ya güneş beni sevmiyordu ya da ben kendimi bilmiyordum. herşey öylesine bir zaman diliminde yaşanıp gidiyordu. kendinden habersiz, başıboş birisi gibiydim. yaşamak, olumlu düşünmek, hayaller kurmak, hedef belirlemek için neden arıyordum kendime, bulamıyordum..

ben, ben olmaktan çıkmış şekilde başka bir kulvarda yanlış yarış içerisindeyim. düşünecek hiçbir şeyim yok ailemden ve kendimden başka fakat onları ve kendimi dahi düşünemiyorum.

insan kendini bilmeli ilk önce fakat yapamıyorum. neden yine bilmiyorum. sanırım bazen çok saçmalıyor ve çevremdekilerin beynini yok yere ütülüyorum. bazen çocuk gibi davranıp salak salak hareketler ediyor bazende 60 yaşındaki adam gibi olgun davranıyor milleti etkiliyorum. evet, çok nadiren, 40 yılda bir kendimi bi bok zannediyorum. sonra arkama dönüp bakıyorum ki ben değilde çevremdekiler bi bok ben ise hiçbirşeyim.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Kızım ve Ben

Geçen sene hiç bu kadar bunalıma girmemiştim. Kendimi adeta deli, aptal, geri zekalı birisi gibi hissediyordum.

Neden diye sorduğumda kendime cevabını dahi veremiyordum. Belkide eşim dediğim ve son 5 senedir çok sevdiğim kadın biliyordun cevabı! Ancak onun haysiyetsiz, şerefsiz dudaklarından duyduktan sonra ölmek gerekirdi. Aslında kendimi harap etmem benim zararımaydı, bunun farkındaydım ama aklıma başka yapacak birşey gelmiyordu. Gidip onu öldürsem daha mı iyi olacaktı sanki?

Evet, eşimden nefret ediyorum şuanda. Şimdiye kadar hayatım boyunca hiç kimseye bir kötülük yapmamıştım. Bunları hakedeceğimi düşünmemiştim hiç. Deliler gibi birbirimizi severek evlendiğim karımdan nefret ediyor hatta öldürmek istiyordum şuanda. En yakın arkadaşım dediğim dostum Necat'ı karımla beraber görünce, 3 yaşındaki henüz hiçbir şeyi idrek edemeyecek durumla olan gözleri yaşlı ağlayan kızıma üzüldüm. Üzüldüğüm şey kendim değil, iyi bir gelecek ve aile ortamı sağlayamayacağımdı. Karımı öldürseydim küçük kızım ortalıkta yapayalnız kalacaktı. Ne yakın başka bir dotum vardı ne de ailem. Karım için bütün herşeyimden vazgeçmiştim zamanında ama o benden ve kızımdan sadece şerefsiz dostum için vazgeçiyordu.

Sadece kızımı düşünmeye başladım o andan itibaren. Sabırlı olmam beni daha da güçlendiriyor ve bir delilik yapmamak için kendime hakim olmaya çalışıyordum. Kızımı, onun eşyalarını, kendi eşyalarımı, herşeyimi aldım çıktım evden bir daha geriye dönmemek üzere..Kızım sordu:
-Baba annem neden bizimle gelmiyor?
Gözlerim doldu ama kızımın yanında ağlamak istemedim sadece gülümseyerek cevap verdim. Verecek bir cevabım dhai yoktu kızıma. Belkide yıllar sonra annesinin bu yaptığını öğrenince o dahi kin ne nefret besleyecekti şefkat görmediği annesinden..

Kızım ile bindim arabama. Kızım arka koltukta uyuyakalmıştı. Uzun yol herkesi yorar, kızımda dayanamamıştı. İstanbuldan çıkmıştım artık. Yaşayamazdım artık bunca güzel hatırayı mahfeden bir kadının olduğu şehirde.. Kızım ve ben sonu belli olmayan yeni bir yolculuğa başlamıştık.

"Umarım karşıma iyi birisi çıkar ve kızım anne yokluğu görmeden büyür" diye düşünmeye başladım. Artık kendimi değil, kızımı düşünüyordum. Çünkü o bunların hiçbirisini hak etmiyordu.